12 Eylül 2009 00:00

12 Eylül korkunun egemenliği

12 Eylül darbesinin üzerinden 29 yıl geçti, o gün doğan çocuklar bu gün 30 yaşına giriyor. O tarihten sonra doğanlar için 12 Eylül darbesi geçmişte kalan bir hikaye gibi gelebilir.

Paylaş

12 Eylül darbesinin üzerinden 29 yıl geçti, o gün doğan çocuklar bu gün 30 yaşına giriyor. O tarihten sonra doğanlar için 12 Eylül darbesi geçmişte kalan bir hikaye gibi gelebilir. Ancak o dönemin Anayasası ve ceza yasaları hâlâ yürürlükte… Anayasa maddeleri birkaç kez değişime uğrasa da değişmez maddeleriyle ve mantığıyla kendisi hâlâ yürürlükte…
Darbenin toplumdaki etkisinin bu günlere kadar devam ettiği, o günleri yaşamış olanlar için genel bir kanıdır.
O dönemde Demir-Çelik Bekar Lojmanlarında jandarma tarafından yapılan aramada bir memur arkadaş, odasında Aziz Nesin’in Zübük isimli kitabını bulundurduğu gerekçesiyle, 15 gün gözaltında tutulmuştu. Aynı günlerde Demir-Çelik Sinemasında Zübük filmi oynuyordu. Bu tam Aziz Nesin’lik trajikomik bir olay olarak görülse de darbecilerin korkuyu egemen kılma mantığının bir sonucuydu.
Polisin ve jandarmanın yaptığı aramalarda evlerden kitaplar toplanıyordu. Her gün yeni yasak kitaplar listesi çıkarılıyor; kitapevlerinde açıkça satılan kitaplar evlerde bulununca yasak kitap olup çıkıyordu. Siyasi şubede hücrenin kapısına gelen polis “hemşerim niye okuyorsunuz bu kitapları, benim evimde bir tek gazete bile yoktur” diye övünüyordu.
Gözaltına alınanların büyük kısmı sendikalarda, derneklerde ve kitle örgütlerinde çalışan mücadeleci işçiler, emekçiler; okuyan, yazan ve düşünen insanlardı. Sadece kitle örgütü yöneticileri değil o dönemdeki kitle örgütleri yönetimlerine aday olanlar ve hatta üyeler gözaltına alınıp işkencelerden geçiriliyordu.
Dernek yönetimlerinde hiç yer almadığım halde; siyasi poliste TÜTED(Tüm Teknik Elemanlar Derneği) genel kurulunda muhalefet listesinden aday olduğum sorgusuyla karşılaşmıştım. Dernek yönetiminde olmadığım halde başka birinin TÜMDER (Tüm Memurlar Derneği) üyesi olup olmadığı bana soruluyordu. Bu, korkunun bilinçaltına iyice yerleştirilmesi çabasıydı. İnsanların hem var olan örgütlerden uzak durmasını, hem de bundan sonraki olası örgütlenmeleri engelleme gayreti içindeydiler. Korkunun, toplumun genlerine kadar işlemesini istiyorlardı.
Yayın organlarında ve o zaman tek tv kanalı olan TRT’de “örgüt üyeliği, örgüt yöneticiliği, yardım ve yataklık etmek” suçlarından gözaltına alınan gençler teşhir ediliyordu. Masa üzerine özenle yerleştirilen silah ve mermilerin yanına kitaplar da yığılıyor ve bunun önüne sıralanan gençler tv ekranında suçlu diye teşhir ediliyordu. Bu gençlerin çoğunun kısa sürede beraat etmesi bu tablonun düzmece olduğunu ortaya çıkarıyordu.
Bir muhbirin ihbar etmesi; ya da gözaltına alınan birinin isim vermesi; bir insanın gözaltına alınmasına, işkence görmesine ya da tutuklanmasına yetiyordu. Sadece bir örgüte üye olanlar değil; onlarla yemek yiyenler, çay içenler, evinde konuk edenler, onunla konuşanlar da suçlanıyordu.
Elbette tüm bunlar rast gele, ya da memurların işgüzarlığı ile açıklanabilir şeyler değildi. Bunlar darbeci generallerin toplumda korkuyu egemen kılma anlayışının sonuçlarıydı. Tüm bunlar toplumun her bireyini örgütlenmelerden ve kitaplardan uzaklaştırmak için yapılan bilinçli bir çabanın ürünüydü.
Nitekim Askeri Cuntanın bu çabaları kısa sürede meyvelerini vermişti. Polisin ev aramalarında götürmediği kitaplar aileler tarafından yok ediliyordu. Yıllarca aynı işyerinde çalışmış olan arkadaşları, gözaltına alınıp bırakılan birini tanımazlıktan geliyor ve selam vermiyorlardı.
Partiler, sendika ve dernekler o dönemde zaten kapatılmıştı. Fakat aradan uzun zaman geçmesine karşın insanlar hâlâ sendikalar, dernekler ve hatta partiler vb örgütlenmelere sıcak bakmıyorlarsa nedenini topluma o korkunun yerleştirilmesinde aramak gerek.
Bu gün iktidarda artık darbeciler yok; onların yerini seçilmiş hükümetler almış; darbeci generaller değilse de darbe girişimi yapanlar yargılanıyor; ama darbecilerin insanların beyninde yarattığı korku egemenliği işlevini sürdürmeye devam ediyor.
Sömürü ve baskının ortadan kaldırıldığı, korkunun değil sevginin hakim olduğu bir toplum elbette mümkündür ve ancak halkın örgütlü gücü bunu başarabilir. Yeter ki beynimizdeki korku egemenliğine son verelim.
HALİT KATKAT - Emekli-Sen İskenderun Şube Başkanı
ÖNCEKİ HABER

Kilitli kapılar ardında yandık, boğulduk

SONRAKİ HABER

Darbecilerin tümü yargılansın, barışın ve demokrasini yolu açılsın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...