13 Eylül 2009 00:00

BAŞYAZI


Başbakan, İçişleri Bakanı, “Kürt açılımı”na devam edeceklerini söylüyorlar. Ama yaptıklarıyla söyledikleri arasındaki çelişki de anlaşılır olmaktan da tümüyle çıkmış bulunuyor.
Önceki gün Diyarbakır’da yapılan bir operasyonla 14 DTP’li belediyecinin gözaltına alınmasıyla “açılıma” tüy dikilmiş oldu! Kamuoyunda ve karşı taraftan “silahların susması” istenmesine yanıt vermeyen hükümet, açılımı “milli birilik projesi” olarak tarif etmesine uygun olarak, Kürtlerin taleplerin de, kültürel haklara indirgemiş bulunuyor. Dahası, askeri yetkililer, “Son terörist yok edilinceye kadar operasyonlar durmayacak” vurgusunu daha sık yaparken, “sivil yetkililer” de boş durmuyor! DTP üstünde baskılar yoğunlaştırılıyor. Önceki gün Diyarbakır’da DTP’li belediyeciler gözaltına alındı. Ve 29 Eylül’de 4 DTP’li milletvekilinin polis zoruyla mahkemeye götürülmesi de baskının artırılması amacıyla tartışmaya açıldı.
Son günlerde “şehit cenazeleri” yendin “Şehitler ölmez vatan bölünmez!” konseptine de çekildi. Birkaç hafta öncesine kadar ırkçı-şoven çevrelerin cenaze törenlerini gösteriye dönüştürmesi önlenirken son cenaze törenleriyle eskiye dönülmüş de bulunuluyor. Benzer üslup değişikliğini büyük “TV kanallarında”ki “haber” programlarında da görüyoruz.
Öyle anlaşılmaktadır ki; AKP’nin “Kürt açılımı” kimi liberal çevrelerin beklediği gibi, Kürtler üstündeki baskıların azalması, Kürtlerin taleplerin daha serbestçe ifade edecekleri bir ortamlın oluşturulmasını içermemektedir. Nitekim, “Gündem” geleneğinden gelen Kürt gazetelerinin kapatılmasına devam edilirken, Kürt halkının kendisini temsil eden kurumlardan olan belediyelerde de operasyonlar ısrarla sürdürülmektedir. Üstelik de “yıllarca dağlarda silahla dolaşanların sorgusuz sualsiz evlerine gönderileceği (gönderildiği)” propagandası yapılırken, kentlerde, belediyelerde devlet memuru (uzaman, danışman,…) olarak görev yapanların gözaltına alınması, tutuklanması, “Kürt açılımı”nda ısrar vurgu yapılan bir propaganda eşliğinde devam etmektedir.
Tabii bütün bunlara, mitinglere katıldığı ya da polise taş attığı için tutuklanan onlarca çocuğa ceza yağdırılması ve pek çok çocuğun tutukluğunu devam etmesi de eklenmelidir.
Zihniyet bu olduğu için de, Diyarbakır’da açılan JİTEM davasında tutukul olan Albay Cemal Temizöz; “Böyle bir savaşta faili meçhuller normaldir” diyerek itirafta bulunurken, “Ben Şırnak’ı böyle özel savaşla kurtardım” diyerek de marifetleriyle övünmekte, kendilerine verilen görevi yaptıklarını savunmaktadır.
“Kürt açılımı”nın araksındaki zihniyetle operasyonlarla Albay Temizöz’ün kendi eylemlerini ve devletin bölgedeki görevlilerden beklentisini ifade eden zihniyet arasında, özde bir fark yoktur.
Kısacası, “açılım”dan, “demokratik çözüm”den, “Kültürel hakların kabulü”nde söz eden zihniyetle Temizöz”ün mahkemede kendilerine verilen görevin çerçevesini çizerken olumladığı zihniyet aynıdır. Bu yüzden de; “açılım var” diye daha barışçıl yöntemlerin hayata geçirileceği, baskı ve şiddetin azalacağı anlamı çıkmamaktadır. Terinse; bir yandan “barış”tan “kardeşlik”ten söz edilirken öte yanda da, operasyonların kentlerde ve kırlarda süreceği anlaşılmaktadır. Hele devletin, “iki değil bir açılımı” olduğu düşünüldüğünde, “açılım” dendiğinde bir barış ve kardeşlik planı değil; operasyonların, ölümlerin, cenazelerinin süreceği, ırkçı-şovenist gösterilerin yayılacağı, Kürtlerin her tür direnç ve mücadele dayanaklarının tasfiyesinin amaçlandığı girişimlerin hayata geçirildiği bir süreci anlamak gerekiyor. “Açılımın” üstünde birleşen güçlerin ortak amacı budur.
AKP’den ve müttefiklerinden demokrasi ve özgürlük beklemek saflıktır ve rehavete yer yoktur!
Halk, “kendi açılımı”nı dayatmadan da egemenlerin bu planlarından geri adım atması da beklenmemelidir.
İHSAN ÇARALAN

Evrensel'i Takip Et