15 Eylül 2009 00:00

12 Eylül Darbesi - 4

Hıdır Göktaş; 12 Eylül’ü hem gözaltı, tutuklama ve işkence ile hem de işinden edilerek yaşayan bir gazeteci. 12 Eylül olduğunda 20 yaşında bir astsubay olan ve Diyarbakır Cezaevi’nde Ali Sarıbal adlı tutuklunun, gözleri önünde kalaslarla dövülüp öldürülmesine tanık olan Göktaş, “Bu durumda insan seyretmektense dayak yemeyi tercih edecek kadar kötü hissediyor kendini” diye anlattı o anları.

Paylaş

Diyarbakır Cezaevi’nde ölüme tanık oldu
Hıdır Göktaş; 12 Eylül’ü hem gözaltı, tutuklama ve işkence ile hem de işinden edilerek yaşayan bir gazeteci.
12 Eylül olduğunda 20 yaşında bir astsubay olan ve Diyarbakır Cezaevi’nde Ali Sarıbal adlı tutuklunun, gözleri önünde kalaslarla dövülüp öldürülmesine tanık olan Göktaş, “Bu durumda insan seyretmektense dayak yemeyi tercih edecek kadar kötü hissediyor kendini” diye anlattı o anları. YAŞ kararı ile 7 Mart 1984’te askerlikten atılan Göktaş, 25 yıllık gazeteci. Göktaş, 12 Eylül darbesinin ardından yaşadıklarını, gözlemlerini anlattı:

Darbe sırasında neredeydiniz ve ne yapıyordunuz?
12 Eylül’ü Urfa’da karşıladım. O dönemde Türkiye’de yaşayan hemen herkes gibi ben de olan bitenden nasibini alan insanlar kervanına katılmak zorunda kaldım.
12 Eylül olduğunda 20 yaşında bir astsubaydım. 14 yaşında askeri okula girmiş, yatılı okumuş, 18 yaşında rütbe takmış ve 19 yaşında da Urfa’ya tayin edilmiştim. Burada muhabere teknisyen astsubayı olarak görev yaparken, bir gün akşam mesai bitimine yakın “Evlerinize gidin. Yakınlarınıza gece tatbikatı olduğunu söyleyin ve saat sekiz gibi herkes birliğinde olsun” talimatı verildi.
Evlere gidildi, dönüldü. Uzun bir bekleyiş başladı. Gidişattan bir şeyler olacağından pireleniyor insan ama ne olacağından da emin olamıyor. Sabah saat 04.00 civarında “Ordu emir komuta zinciri içinde yönetime el koydu. Bütün birlikler kendilerine görev verilen yerlerde güvenliği sağlayacak ve verilen emirleri yerine getirecek” dendi.
Ülke açısından çok farklı bir döneme girildiğini algılamakla birlikte, bunun kişisel geleceğime etkilerini kestirebilecek durumda değildim.
İşin garibi, o yıl üniversite sınavlarına girmiştim. Darbeden kısa bir süre önce de Gazi Üniversitesi’ne bağlı Basın Yayın Yüksekokulu’nu kazanmıştım. İlk zorluk okul konusunda yaşandı. Darbe sonrasında bizim izinler kaldırılmıştı. Neyse uzatmayayım, bir yolu bulundu ben hemen Ankara’ya gelip okula kaydımı yaptırıp tekrar Urfa’ya gittim. Gidiş, o gidiş… Üç yıl bir daha dönemedim.

Neden? Neler oldu?
Darbeden yaklaşık yedi ay sonra kaldığım bekar evinin kapısı gece yarısı çalındı. 10 Nisan… Evde üç öğretmen arkadaşla birlikte kalıyordum. “İhbar var” deyip, evi arayıp, hepimizi alıp nezarete götürdüler. Sonradan öğrendim ki, Ankara’dan bir kişi benim aleyhime ifade vermiş. Burada 40 gün kaldık. Yapılanları anlatmayayım. Kısaca herkesin gördüğü işkenceden bizler de nasibimizi aldık. Filistin askısından elektriğe, günlerce aç-susuz bırakmaya kadar…
Sonra bir gün alıp Diyarbakır’a götürdüler. Sıkıyönetim mahkemesi orada olduğu için... Burada sorgu hakiminin karşısına çıkardılar ve tutuklanıp meşhur Diyarbakır Cezaevi’ne konulduk. O zamanlar böyle meşhur değildi. Sadece içeri düşenler ve onları görmeye gelenler farkındaydı bu meşhurluğun.
Tek kişilik hücrede 6 kişi kaldık. Sonradan öğrendim ki biz şanslıymışız. 20 kadar insanın tek hücrede tutulduğunu da gördüm. Cezaevinde de her tür insanlıktan çıkarıcı baskı ve işkence vardı. Kimi az kimi çok, herkes fiziki işkenceden payını aldı. Benim kaldığım 3. koğuşta Ali Sarıbal, gözlerimizin önünde kalaslar, demirlerle dövüldü. Birkaç saat sonra da komaya girdi ve… Yani gözlerimizin önünde dövülerek öldürüldü. Bu durumda insan, seyretmektense dayak yemeyi tercih edecek kadar kötü hissediyor kendini. Burada da bir yıl kaldım ve toplam 13 ay sürdü içeri alınmam ve bırakılmam.

Sonra ne yaptınız?
Çıktığımda ben de bilmiyordum ne olacağını. Urfa’ya gittim. “Tayinin Erzurum Kandilli’ye çıktı, git başla” dediler. Başladım. Burada iyi davranan subay da vardı, eziyet etmeye çalışan da. 25 Kasım 1983’te, seçimlerden kısa bir süre sonra beni tekrar alıp Ankara’ya, Dil İstihbarat Okulu’na getirdiler. Burada da 54 gün kaldım ve sorgulandım. Tutuksuz yargılanmak üzere bırakıldım. 7 Mart 1984’te de “Yüksek Askeri Şûra kararıyla” ordudan atıldım. Ya da yasal deyimiyle “resen emekli” edildim.

Artık sivil hayat başladı anlaşılan? Peki okul ne durumda bu sırada?
Evet, birdenbire her anlamda sudan çıkmış balık gibi kaldım. Cezaevi, ordu derken sivilliğe geçtim ama sadece elbise sivil. Hayata uyum sağlamak kolay değil. Okula ise sadece bir kez gelip, -sanıyorum 1983 Mart dönemiydi- çalıştığım birkaç dersin sınavına girip gitmiştim.
Ordudan atılır atılmaz hemen okula devam etmeye başladım ve son dönem olduğu için Haziran 1984’te okul dönemi, sınavlar bitti ve ben de en iyi bildiğim alanda, telsiz kullanma ve tamir konusunda iş aramaya başladım. Herkes telsizciliği nerede öğrendiğimi soruyor; orduda öğrendiğimi, ancak okul nedeniyle ayrıldığımı söylüyorum ama o günün koşullarında kimse buna inanmadı ki, iş veren olmadı.
Bu arada dosyam Askeri Yargıtay’a gelmişti. Avukatıma “Gazetelerden tanıdığınız var mı, gazeteciliği denesem” dedim. O da Cumhuriyet gazetesinin o dönemde Ankara bürosunda İstihbarat Şefi olan Erbil Tuşalp’e gönderdi beni. Erbil abi de 12 Mart döneminde ordudan atılan bir subaymış; tanıştığımda öğrendim. O gün, 20 Temmuz 1984’te gazeteciliğe adım attım ve 25 yıldır da sürdürüyorum.

OKUL YAPILMAK İSTENEN İŞKENCE ÜSSÜ
Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi, The Times gazetesine göre ‘dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi’nden biri. 12 Eylül darbesinin ardından işkence üssü haline gelen ‘Diyarbakır Zindanı’, 1981 ile 1984 yılları arasında 34 tutukluya mezar oldu, onlarca kişi ise burada gördüğü işkenceler sonucu sakat kaldı, ya da serbest kaldıktan sonra psikolojik tedaviyle yaşamaya mahkum edildi. 1980’de Adalet Bakanlığı tarafından yaptırılan cezaevi, darbenin ardından cuntaya devredildi. 1983’te sıkıyönetime son verilmesine rağmen Diyarbakır Zindanı, 9 Mayıs 1988’e kadar işkence merkezi olmaya devam etti, bu tarihe kadar Genelkurmay’ın yönetimindeydi.
İNSAN HAKLARI MÜZESİ
Akla hayale sığmayacak işkencelere karşı 5 tutuklu, 1983’te ölüm orucunda yaşamını yitirdi. 20 tutuklu işkencede öldürüldü, 5 tutuklu kendini asarak intihar etti, 4 tutuklu ise kendini yaktı. Hiçbir işkenceci ceza almadı, daha sonra öldürülen işkencecilerin başı cezaevi İç Güvenlik Amiri Esat Oktay Yıldıran için ise ‘şehitlerimiz’ adlı bir heykel dikildi.
Binlerce kişi için cehennemle eş anlamlı olan Diyarbakır Zindanı, bugünlerde okul yapılmak isteniyor. 34 kişinin canının alındığı, marşlar eşliğinde işkencelerin yapıldığı, binlerce kişinin insanlığından utanarak yıllar boyunca işkenceye katlandığı zindanlarda, 6 yaş ile 14 yaş arası çocuklara eğitim verilmek isteniyor. Oysa ki işkence mağdurları, tıpkı JİTEM binalarında olduğu gibi, zindanların da ‘insan hakları müzesi’ yapılmasını istiyor.YARIN: ‘Dilim tutuklu oğılum seninle konuşamam

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR
Geriye dönüp baktığınızda...
Hani geriye dönüp baktığımda, 12 Eylül darbesinden mağdur oldum mu; oldum. Dönemin cadı avından ben de payımı aldım. Gerek gözaltında gerekse cezaevinde her türlü baskı, işkence ve sindirme faaliyetlerinin muhatabı oldum; tıpkı diğer birçok insan gibi... İkinci kez aynı suçtan sorgulandım ve akabinde ordudan atıldım. Her iki davadan da beraat ettim. Sadece ben değil, aynı evde kaldığım diğer arkadaşlar da beraat ettiler.
Cezaevinde aynı koğuşta kaldığımız bir kişi, -biraz önce de söyledim- dövülerek öldürüldü. İkinci kez, Kandilli’de görevliyken gözaltına alınıp Ankara’ya sorguya getirildiğimde, askeri misafirhanede benimle birlikte aynı odada kalan bir astsubayı bazı işgüzar subaylar sorgulamışlar; benim hakkımda bilgi almak için. O da aynı gece kalbine tek kurşun sıkarak intihar etmiş. Bütün bunları Ankara’da Dil İstihbarat Okulu’ndaki sorgudan bırakıldıktan sonra Kandilli’ye ilişiğimi kesmek üzere gittiğimde öğrendim. Bu arkadaşımın mezarının yerini bile bilmiyorum. Gelin bunun travmasını ölçün; kim ölçebilecekse...
Dönemin yaşamımda olumsuz etkileri olduğu gibi, o dönemde benim ordudan atılmamda emeği olanlara teşekkür etmeden geçemeyeceğim!!! Evet, bedeli çok ağır oldu; işkenceler gördüm, ölümler yaşadım… Ordudan atıldım; işsiz, parasız pulsuz dolaştım. Şu an geriye dönüp baktığımda da iyi ki ordudan atılmışım. O zaman ben bugünkü Hıdır olamazdım. Ne diyor şair: “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.” Evet, iyi ki yaşamışım.
Hazırlayan: Sultan Özer
ÖNCEKİ HABER

Dogu ile Batı arasında yüzler

SONRAKİ HABER

Pirelli’de sendikaya sahip çıkma zamanı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...