17 Eylül 2009 00:00

HAYATIN İÇİNDEN


Eskiden maçlarda top toplayanlara “2 buçukluk” derdik. Memura 2010 yılı zammı için hükümet direniyor. Gelinen son nokta, top toplayanlara verilen kadar; yüzde 2 buçuk. Yani eskinin parasıyla 1 milyar alan öğretmene 25 milyon zam. Günde 1 milyondan az. Sadece öğretmene değil diğer memurlara gelen zam da aşağı yukarı aynı. Günde bir simit, bir çay parası. Zaten bu zammın yarısını elektriğe gelen zamla geri aldılar bile. Sırada ulaşım zammı, temel ihtiyaç maddeleri zammı olduğunu düşünürsek, gelecek paranın birkaç katının daha şimdiden gittiği açık. Ülkemizdeki işçi-memur ücretlendirilmesindeki aşırı farkın yarattığı eşitsizliği ve haksızlığı düşünürsek, işçilerin durumu zaten içler acısı.
Hükümetle yapılan pazarlıklarda, eğitim sendikaları ortak hareket edemediler. Toplumları ayrıştıran kümelenmeleri doğru tahlil edemediklerinden siyaseten yakın olduklarını sandıkları hükümetten yüzde 2 buçuk darbesini yiyince, akılları başlarına geldi mi bilinmez ama hiç değilse beyinlerinin bir ucuyla, “Yahu bunların siyasi görüşleri bizim gibi. Ama iş devletin gelirlerini dağıtmaya gelince, aslan payını rantçılar, kapkaççılar, yandaşlar götürüyor. Yandaş memur, işçi olunca bir şey yok. Demek ki burada yandaşlık değil, ortaklık önemli. Ve emekçiler sadece emekçilerle ortak olabilirler” diye düşünüyorlardır herhalde.
Şimdi tüm memur sendikalarının, yönetimlerindeki “ortakları” aşarak tabandan başlayan bir birliktelik oluşturmalarının zamanı.
Başka ülkelerde de var mı bilmiyorum ama Yugoslavya’dan ayrılan Sırbistan, Slovenya gibi ülkelerde “Emekliler Partisi” var. Üyelerini ve yönetimlerini emekliler oluşturuyor ve her zaman ilk üç, dört parti içinde olmaya yetecek kadar oy alıyorlar. Sosyalist geçmişleri özellikle görece yaşlı olanların kafalarında sınıf bilincini yerleştirmiş. Onlar da biliyorlar ki, partiler aslında devlet gelirlerini ve ülke kaynaklarını güçleri oranında paylaştırma mekanizmaları ve bu paylaşımda tabii ki kendilerini oluşturan ve destekleyen ve iktidar olmalarını sağlayan kesimlere öncelik tanıyorlar.
Örneğin son haftanın iki haberi bu durumu oldukça iyi açıklıyor. Bir yanda dışişleri bakanı. Elinde çanta doğu, batı dolaşıyor. Son durağı İran. Hep birlikte secdeye vardığımız doğulu kardeşlerimizi kucaklıyor. Sarılıp, koklaşıyorlar. Karşılıklı güven ve saldırmazlık mesajları veriyorlar.
İyi mi?
İyi.
Diğer haber ürkütücü. Türkiye Cumhuriyeti Patriot füzesi ve parçalarını almak için ABD yönetimine başvuruyor. 8-10 milyar dolarlık alım izni için ABD yönetimi işi kendi senatosuna soruyor. Aslında silah şirketleri zil takıp oynuyorlardır ama uyanık ABD’li hem parayı cebe indirip, hem de “Siz bizim dostumuzsunuz” mesajı verecek. Acı olan, bu silahların bakanın sarmaş dolaş olduğu sözde İran tehlikesine karşı satılıyor olması.
Aslında 8-10 milyar dolar haraç ABD’ye nasıl olsa verilecek de, hiç değilse karşılığında nasılsa depolarda çürüyecek birkaç oyuncak alalım.
Memura yüzde 2 buçuk, ABD’ye 10 milyar dolar, yukarıda söylediklerimizi güzel özetlemiyor mu?
ARİF NACAROĞLU

Evrensel'i Takip Et