18 Eylül 2009 00:00

12 Eylül Darbesi 7

Ne zaman bir fabrikadaki sendikasız işçilerin örgütlenme çabası, toplusözleşme hakkının kullanılması ya da grev söz konusu olsa, mevcut yasalar gündeme gelir.

Paylaş

Darbeyle gelen yasalar mücadeleyle değişir
Ne zaman bir fabrikadaki sendikasız işçilerin örgütlenme çabası, toplusözleşme hakkının kullanılması ya da grev söz konusu olsa, mevcut yasalar gündeme gelir. “Yasalar örgütlenmeye engel...”, “Sözleşme ve grev hakkı yok denecek kadar sınırlı...”, “İş güvencesi yok...”, Bu sözleri herhangi bir sendikacının ağzından duymayan yoktur herhalde.
İşçiyi bütün mücadele isteğine rağmen çaresiz bırakan bu sözlerin kaynağı olarak da hep 12 Eylül 1980 darbesi gösterilir. Darbe sırasında Ankara EGO’da bir işçi olarak, Bağımsız Ulaştırma İşçileri Sendikası’nın başkanlığını yapan Sabri Topçu, gerçekten de 12 Eylül’ün asıl olarak işçi sınıfının örgütlülüğüne darbe vurduğunu, sendikal hakları daha da geriye çekerek sendikal bürokrasiyi güçlendirdiğini söylüyor.
Darbeden sonra da uzun yıllar TÜMTİS genel başkanlığını yürüten Topçu, Emek Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı olarak işçi sınıfı içindeki faaliyetini sürdürüyor. Topçu, mücadeleyle geçen yılların deneyimiyle, sorularımızı yanıtladı.
12 Eylül darbesinin asıl hedefi neydi? Darbeciler hedeflerine ulaşabildiler mi?
Darbe olduğu zaman ülkenin dört bir yanında irili ufaklı grevler devam ediyordu. Gebze’den İstanbul’a kadar E-5’in kenarında grevde olan yüzlerce fabrika vardı. 12 Eylül bu ülkede demokrasi güçlerini, devrimcileri astı; cezaevlerinde çürüttü ama asıl amacı, yükselen işçi sınıfı mücadelesini engellemekti. Bunu da başardılar. Ben o zaman EGO’da çalışıyordum, Bağımsız Ulaştırma İşçileri Sendikası’nın genel başkanıydım. İleri işçilerin hepsini işten attılar, işçileri mücadeleye katan insanları süpürdüler.
Biz mevcut (274 ve 275 sayılı) yasaları eleştiriyorduk. Ama darbeyle daha antidemokratik yasalar getirildi. Şunu hep söylerim; 12 Eylül, sendikal bürokrasiyi yaratmada inanılmaz bir görevi yerine getirdi. Darbeden önce sendikalarda ücret alan 6 yürütme kurulu üyesi varken, ayrıca 22 genel yönetim kurulu üyesi bulunurdu. Bunlar 15 günde bir toplanıp işçilerin yaşamındaki sorunları tartışıp kararlar alıyor ve uyguluyordu. Profesyonel sendikacılar şimdiki gibi rahat değildi. Genel yönetimde işyerlerinden gelen işçiler vardı; yani işçi, direkt yönetimin içindeydi. Noter şartı yoktu. Bir yere örgütlenmeye gittiğin zaman işçi istiyorsa formu doldurup üye olurdu. Darbe yönetimi, sendika yönetim kurulları sınırlandırıldı. Genel merkezler 9 kişiden fazla olamaz, şubeler 7 kişiden fazla olamaz diye. Üretimdeki işçinin söz ve karar sahibi olmasının şartları ortadan kaldırıldı. Böylelikle sendikal bürokrasinin güçlendirilmesi için çok önemli bir adım atıldı. Noter şartı getirildi, barajlar getirildi. İrili ufaklı birçok işyeri sendikası ortadan kalktı. Türk-İş’in 2 milyon üyesi vardı ama birçok bağımsız sendika vardı. Biz de bağımsız bir sendikaydık ve 3 bine yakın üyemiz vardı. Baraj getirilince biz de bağımsız birkaç sendika ile birlikte TÜMTİS’e katıldık.
Şimdi işçi sendikaya üye oluyor, işten atılıyor. Bugün bütün sendikaları toplasan 600-700 bin üyesi var. 12 Eylül örgütsüz bir toplum yarattı. Şimdi toplusözleşme süreci alabildiğine antidemokratik. Biz 1976’da EGO’da bir grev yaşadık. Gece 1’de grevi başlatmıştık. O zaman sendikaların inisiyatifindeydi grevi başlatmak. Şimdi öyle bir sistem getirdiler ki bir sendikanın greve çıkabilmesi için en erken 3 ayın geçmesi gerekiyor. Yani patrona ‘Greve çıkacaklar, önlemini al’ diyorlar. İşçiyi çıkart, makineni taşı, işyerini taşı... O yüzden bugünkü grevler başarılı olamıyor. Buna rağmen işçi örgütlenmek istiyor ama önünde bir sürü engel var. Sonra dönüp sendikalara tepki gösteriyorlar. Sendikal bürokrasinin etkisini elbette inkar etmiyorum, onlara da tepki göstermek gerekiyor, ama asıl tepki gösterilmesi gereken sistem olmalıdır. Dünyanın hiçbir yerinde yüzde 10 barajı, noter şartı yok.
Yani 12 Eylül asıl olarak işçi sınıfının örgütlülüğüne darbe vurdu. Gelinen süreçte Türkiye’nin demokratikleşmesi, Anayasa’nın değişmesi gerekiyor. Örgütlü bir toplum için bu sistemin değişmesi gerekiyor.

‘89 Bahar Eylemleri’ne kadar işçiler üzerinde ciddi bir baskı vardı. Bahar Eylemleri önemli bir hareketti, ancak özü itibariyle ücret talebiyle yapılan eylemlerdi ve bu açıdan başarılı da oldu. ‘89’da yükselen mücadele, sendikal yasaların değiştirilmesine evrilemez miydi?
Bahar Eylemleri’nden sonra hatırlarsanız Türk-İş yüzde 120 oranında zam aldı. Tabii işçilerin antidemokratik yasalardan kurtulma istekleri de vardı; bu yer yer işyerlerinde, panellerde, toplantılarda tartışılıyordu. Ama Türk-İş bunun öncülüğünü yapmadı. Ekonomik olarak doyurucu bir rakam alınca mücadeleyi bıraktılar. Demokratik haklar konusunda sesler çok cılız kaldı. İşçi sınıfının çok diri olduğu bir dönemde, sendikalar bu konuda mücadeleyi göze alamadılar. Biz bunu o dönemlerde seslendirdik, ama etkili olamadık.
O zamanki hükümet de yükselen dalgayı gördü ve istedikleri zammı verdi. Sendikacılar da bunu “Şu kadar zam aldık” diye övünç kaynağı olarak kullandılar. Ama asıl olarak bir taraftan örgütsüzlük devam ediyordu, yeni örgütlenmeler olmuyordu; 24 Ocak Kararları’yla başlayan özelleştirme programları gündemdeydi, işçi sınıfı üzerindeki baskılar artıyordu... Sendikacılar günü kurtarmaya çalışıyorlardı. Bugün de birçok sendika böyle. Sendikacılık bu değil! Sendikacı ileriye dönük bir plan çıkartmak, gelecek kuşakları da düşünerek mücadelesini vermek zorundadır.

Bahar Eylemleri’nin ardından işçilerin kazanılmış haklarına yönelik saldırılara karşı yeterli bir karşı koyuşun olmamasının nedeni sadece sendikal bürokrasi mi?
Mücadelenin önündeki engel ne sadece sendikal bürokrasi ne de yasalardır. İşçi sınıfının ciddi bir önder problemi var. Sendikalar doğru önderlik yapamadı. Özelleştirmeler başladığı zaman birçok sendikacı “bunun yeni dünya düzeninin bir gereği olduğunu” söylüyorlar, “Kafanızı kumdan çıkartın, sosyalizm çöktü” diyorlardı. Sıra kendi sendikalarının örgütlü olduğu işyerlerine gelince mücadele verdiler. Yasaları değiştirecek olan da, sendikal bürokrasiyi alaşağı edecek olan da işçi sınıfının mücadelesidir. Sendikacıların bazı bedeller ödemeyi göze alması gerekiyor. Biz 1987’da Ambarlar’da 7.5 ay grev yaptık. Türk-İş ‘89’da yüzde 120 alırken, biz ‘87’de yüzde 270 zam aldık. Ama bedel ödedik; gözaltına alındık, sorgulandık, tutuklanalar oldu. Sendikalar bu riskleri göze almıyor, “Yasalar böyle, bir şey yapamayız” diyorlar. Doğru, bu yasalara tabi olursan hiçbir şey yapamazsın. Türk-İş’in, DİSK’in, Hak-İş’in, memur sendikalarının bu yasalara karşı birlikte mücadele vermesi gerekir.


BAKANLIK KORİDORLARINDA YASA DEĞİŞMEZ
“Her ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) toplantısı öncesinde işkolu 18’e düşecek, barajlar yüzde 3-5’e düşecek, noter şartı kalkacak diye konuşulur. Bunu 5 yıldır konuşuyorlar. Yapsalar bile yetmez. Örgütlenme özgürlüğünün, toplusözleşme ve grev hakkının önündeki engelleri kaldırmaları gerekiyor. İşten atmaları engelleyici hükümler konulmalı. İşyeri sözleşmesine, işkolu sözleşmesine geçilmesi lazım. Mesela sendika bir fabrikanın tamamını örgütlüyor ama aynı patronun başka iki ilde daha fabrikası olduğu için yetki alamıyor, toplusözleşme yapamıyor. O yüzden işyeri sendikası olmalıdır. Çalışma saatleri düşürülmelidir. Bunlar nasıl olur; sendikaların, işçi sınıfının mücadelesi ile olur.
Yoksa yasalar bakanlıklarla yapılan görüşmelerle değişmez. Bu iktidarlar sermayenin iktidarları, onları temsil ediyorlar. Bunun karşısında emek örgütlerinin birleşmesi, sendikaların üyelerini bilgilendirerek birlikte bir mücadeleyi yükseltmesi gerekiyor.
Bence işçi sınıfı hareketi tekrar yükselişin başlayacağı bir sürecin içinde. O kadar baskıya rağmen, güven duymamalarına rağmen işçiler yine de sendikalara gidiyor. Türkiye’nin her yerinden örgütlenme haberleri geliyor. Umudum hiçbir zaman kaybolmadı, işçi sınıfı ve halk, demokratik talepleri için mücadelesini birleştirecek ve yükselecektir. Sendikalar da önderlik yaparsa her şey daha çabuk olur.”


ÖRGÜTSÜZ İŞÇİLER DAHA ÇOK KATILIR
Üç işçi konfederasyonunun toplam 600-700 bin civarında üyesi var. Bugün sendikalar çıkıp ‘hadi yasaları değiştirelim’ dese buna güçleri var mı? Örgütsüz işçiler bu sürece katılabilir mi?
Aktif sendikacılık hayatım sürmüyor ama işçi sınıfı mücadelesine Emek Partisi’nde devam ediyorum. Değişik illerde işçilerle toplantılar yapıyoruz. Toplantılara yüzlerce işçi katılıyor. Mesela Trakya’daki bir toplantıda, işçinin birisi ‘Hangi fabrikaya başvursam 12 saat çalışma şartı koyuyor’ diyor. Eve git gel 14 saat... Hiçbir sosyal hayatı kalmıyor. İşçi bunu istemiyor ama başka çaresi yok, yapacak. Sistem bunu böyle istiyor; okumayan, tartışmayan, düzene tabi olan bir işçi sınıfı... Sendikalar bu yasaların değişmesi gereğini doğru anlatırsa, birlikte hareket edilirse, örgütlü işçinin beş katı örgütsüz işçi bu mücadeleye katılır. Ayda 300-500 lira ile yaşamaya çalışıyorlar. İnsanlar aptal değil! Çaresizlikten böyle yaşıyorlar. Siz çareyi ortaya koyduğunuz zaman onlar arkanızdan gelir.
Gökhan Durmuş
ÖNCEKİ HABER

Okula molotoflu saldırı: 4 yaralı

SONRAKİ HABER

‘Sen geçerken sahilden sessizce...’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...