21 Eylül 2009 00:00

Eskiden sokak vardı

‘Sokakların Ölümü’ adlı kitabıyla okuyucularıyla buluşan Gürsel Korat, kitabında şehir ve sokak kavramını kendi penceresinden ele alıyor. İnsanların şehirlerle sadece iktisadi bir bağ kurduğunu...

Paylaş

‘Sokakların Ölümü’ adlı kitabıyla okuyucularıyla buluşan Gürsel Korat, kitabında şehir ve sokak kavramını kendi penceresinden ele alıyor. İnsanların şehirlerle sadece iktisadi bir bağ kurduğunu, çevreye ve insana değil tüketim merkezlerine aidiyet duygusuyla yaklaşıldığını söyleyen Korat, içinde insan, tarih, kültürel farklılık olmayan bir şehirleşmenin sonuçlarının gelecekte çok ağır yaşanacağına işaret ediyor.
Size göre şehri şehir yapan özellikler nelerdir ve sokak bunun neresinde durur? Ayrıca söz konusu özelliklerin insanın oluşmasındaki katkısı nedir?
Şehir bir su kabı, insan da onun suyudur. Bizim şehirlerimiz vardı, şimdi ise buz kalıplarımız var; insan da onun içindeki buz kütleciği oldu.
Şehri şehir yapan geçmişini yansıtabilme gücüdür. En küçük birimi de sokaktır. Sokaksız şehir soysuzdur. Eşkıya şehirdir, yankesicidir.
Şehir insanın anadilidir. Anadili olmayan şehir, yavrusunu reddeden ve hatta yiyen kedilere benzer. Geçmişi olmayan şehir yavrularını yer.
Geçmişi olmayan şehir, bütün bireylerini birbirine benzetir. Bireysizdir. Kolektif aklı da yoktur, bildiği tek kolektif iktisada bağlı tüketim kalıplarıdır. Orada insanlar birbirine benzer. Ancak bu benzerlik sahte geçmiş ağıtlarıyla, tarih çarpıtmalarıyla, böbürlenmelerle dolu bayağılıktan ibarettir.
Evlerine bağlı olarak insanların sokakla kurduğu ilişki günümüzde asıl belirleyici gibi duruyor. Şehrin dönüşümü bu noktada ihtimalen kendisiyle bir ilişki kurmasına izin vermeyebilir. En azından ilişkiyi ekonomizmle sınırlandırabilir. Bugün yaşamakta olduğumuz da galiba büyük ölçüde budur...
Tam da oradayız. Ev insani bir gereksinim değil artık. Tüketim ekonomisinin çekirdeğine yakın olabilmek için insanların üst üste yığıldığı bir döküntü toplamı. Eskiden ev vardı ve şehir buradan algılanırdı. Çevreye ve diğer insanlara aidiyet duygusuyla var olurdu. Şimdi ise yalnızca tüketim merkezlerine aidiyet var. Bu, şehirle değil iktisatla kurulmuş bağdır. Herkes şehre geldiğini sanıyor ama kendisinden başka hiçbir şeyle bağı yok. Kayseri’de oturanla, Keçiören’de oturan aynı şeye ait: Kültürel ayırıcı mekanı yok. Çankaya’da oturanla Kadıköy’de oturan aynı dertle mustarip: Ulaşım, alışveriş merkezi ve iş arasında bir hayat dışında bir şeyi yok. Bunun dışında televizyonu bir sinema ve tiyatro merkezine çeviren “sanat” atağıyla daha üst düzeyde bir ortak bellek kuruluyor. İyi de, bu hangi şehrin kendi varoluş halidir? Şehir nerede? İnsan nerede? Bütün bunları söyleyenlere garip huysuzlukları olan, hiçbir şeyden hoşnut olmayan hotzotçular olarak bakıyorlar. Ama bu anlayışsızlıklarının bedelini hem kendi çocuklarına, hem bizim çocuklarımıza ödetecekler. Bugün şehirleri böyle kangren halinde şehirsiz inşa etmenizin bedelini yirmi yıl sonra ruhsal sorunlar, bitkinleşmiş hayatlar olarak çocuklarımız ödeyecek. Gelin insan olduğunuzu hatırlayıp şehirlerinizi ona göre düzenleyin! Bu kadar da kör gözüm parmağına sınıfsallaşmış bir şehir mantığı olamaz. Yoksullar için apartman, cadde, orta sınıf için site, yüksek sınıf için siteli villalı özel mahalle, “haute couture” için de kapalı adacıklar. Oldu olacak, köleciliği de ilan edelim!
‘YAZDIKLARIM MASAL OLDU’
Kapadokya’ya, daha özelde Kayseri’ye dönük ilginizden neyi anlamamız gerekiyor?
Kayseri eski halinde dursa hoşnut olurdum. Ama durmadı, en azından o halini bildiğim için hoşnudum. Ne yazık ki, artık benim yazdıklarım on yıl öncesini anlattığında bile masal oldu. Fotoğrafları kitapta durduğu halde bir masal. Ne yapalım, edebiyat kurtarıcı değil ki; ben bu şehirden bir dil aldım, bir geçmiş aldım, bir psişik tarih aldım, onunla bir yapı kuruyorum. Bunun ille de Kayserililere değmesi gerekmiyor.
Kapadokya’ya gelince... Orası, Kayseri’yle ve çok öznel bir yerellikle kendimi sınırlamamı engelleyen bir yerdir. Kapadokya benim tüm tarihimizin düş, tarih, dil ve estetiğiyle boğuştuğum bir alt bilinçtir. Arkaik arka planımdır. Orası sadece bizim için değil dünya için bir nimettir. Kadrini biliyorum, bildirmeye çalışıyorum.
Sokakların yerini büyük ölçüde geniş cadde ve yollara, iş merkezlerine bırakmış olmasının şehre ve insana dönük sonuçları nelerdir? Başka bir deyişle; bugünün şehirleriyle ne tür bir ilişki kurulabilir, ilişki kurmak mümkün müdür?
Mümkün değildir. Mekanik bir dünya bu. Bence öncelikle Kayserililer metal giysiler giymeye başlasa iyi ederler. Arabalarını hava yastıklı yapsınlar, apartmanlarına araba asansörü yaptırmışlardı, tepeye de helikopter pisti yaptırsınlar, yatakları asansörlü olsun; kapıları iki katlı, televizyonları duvar büyüklüğünde, yolları üç katlı yapılsın. Kaleyi de yıksınlar artık, meydan küçüldü, oraya beş katlı bir kale yapsınlar. Bir de Hunat Camii’nin tüm müştemilatı yıkılarak on beş katlı ve asansörlü hale getirilsin.
Kayserilinin Kayseri’yle ilişkisi budur: Para getirmiyorsa, tarihsel yapılar ne işe yarar? Yoğunburç mu, sucuğu iyi olur; zaten Sahabiye’yle, Gevher Nesibe’yi Hilton’la ezerek pastırma yapmamışlar mıydı?
Şehirle ilişki mi demiştik? Sahi, şehir neydi?
Geçmişin mekansal anlamda yok edilmesinin ileriye dönük sonuçları ne olacaktır?
Herkes şimdi hummalı bir yapma hastası ya, gelecekte hummalı bir bozma hastalığı yaşanacak. Bana öyle geliyor ki, gelecekte Himmetdede’de örnek bir Eski Kayseri kuracaklar.
‘BU ŞEHİRDE ŞİDDETİ ORTADAN KALDIRMAK ZOR’
Şehirleşmedeki değişim, muhafazakarlığın ‘vatan’ dediği şeyi de giderek anlamsız hale mi getiriyor?
Vatan mı? Burası artık bir sığınak. Siren sesleri ve tehlike sinyalleri durmadan öten, herkesin birbirine kızdığı, şoförlerin yayaları tavuk gibi kovaladığı, yayaların yere tükürdüğü, yerdeki tükürüğün ayakkabılarla her eve taşındığı, burnunu karıştıran simitçilerin ülkesi. Bunlarla uğraşacağına Hrant Dink’i vurup vatanı düşmandan temizliyorlar.
Peki bugün ‘şehir, şiddetin asıl kaynağıdır’ dememe itirazınız olur mu?
Şiddetin kaynağında yalnızca ne şehir ne de faşizm var. Şehir şiddeti daha yığınsal hale getiren bir yer, faşizm ise şiddete dayalı bir siyasal kültür. Şiddet daha büyük bir şey, daha kadim, ataerkil heriften beri var olan bir şey. Şehir, bu haliyle şiddeti doğuran etmenlerden biri ama şu bence daha önemli bir çıkarım olurdu: Böylesi bir şehir yapısında şiddeti ortadan kaldırmak daha zor.
‘BELLEĞİMİZ BELLEK OLARAK KORUNMALI’
Aristoteles bir yerde ‘Bir şehir farklı tür insanlardan oluşur, benzer insanlar bir şehir meydana getiremezler’ diyor. Bu farklılığın her anlamda ortadan kalkması şehri şehir olmaktan kurtarmış olmuyor mu?
Şehir şehir olmaktan çoktan çıktı; aslında yitirilmiş şehirleri bir yana koyup, hızla şehirleşen köylerin önüne geçme savaşı başlatmanın zamanıdır. Köye teknoloji gelmesine itiraz gibi anlıyorlar bunu; “Hay sizin teknolojinize” diyesim geliyor. Yahu kardeşim, dokuyu bozma, doğaya dokunma, ağaç kesme, apartman yapma demenin hangi uzantısını açıklayacağım ben sana?
Özellikle ortak yaşamın söz konusu olduğu yerlerde kapitalizmle ilgili şu dürtü ahlakdışı sayılmadıkça bir santim yol alamayız: “Buradan en çok nasıl kazanırım?”
Bu dürtü, doğayı mahveden süreçlerin başında durmuyor mu?
Son olarak, şehri korumaya yönelik arzuyu arzu olmaktan çıkarıp nereden başlamamız gerekir? Sokakların Ölümü bu bağlamda sizin için nerede durmaktadır?
Nereden başlarsak başlayalım, öncelikle şehri sevmemiz, duyguyla ona bağlı olmamız gerekiyor. Hadi bu psişik bir boyut diyelim. Ama ayakta duran eski dokuyu kurtarmaktan işe başlayabiliriz. Kültür varlıklarına bir doğa bilimcisi gibi bakarak önyargısız düşünmek gerekir. Topluma sinmiş bu yabancı düşmanlığı, İslamcılık, milliyetçilik hamaseti bir kenara bırakılmalı, belleğimiz bellek olarak korunmalıdır.
“Sokakların Ölümü” adlı kitap bunu istiyordu, en azından yazıldığından beri işlerin daha kötüye gittiğini gördük ve o kitabın neden gerekli olduğu zaman içinde daha iyi anlaşıldı.
Halim Şafak
ÖNCEKİ HABER

Fransa, Türk sinemasını selamlıyor: Derviş Zaim

SONRAKİ HABER

Türkiye’de MySpace ve Last FM de engellendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa