28 Eylül 2009 00:00
BAŞYAZI
Başbakanın ABD gezisi sonrasında basına yaptığı açıklamalar bir bütün olarak ele alındığında, iki vurgu dikkat çekiciydi. Bu iki vurgunun birisi iç politika öteki ise dış politika ağırlıklıydı.
Başbakanın ABD gezisi sonrasında basına yaptığı açıklamalar bir bütün olarak ele alındığında, iki vurgu dikkat çekiciydi. Bu iki vurgunun birisi iç politika öteki ise dış politika ağırlıklıydı.
Erdoğan iç politikaya ilişkin yaptığı açıklamada, Demokratik Açılım konusunda, ABDde yaptığı Türkiyede sadece Kürtler yok. 32 ayrı etnik grup var. Dolayısıyla Demokratik Açılım bunlarla ilgili. Hatta Ermeniler ve Ermenistanla olan sorunlar da Demokratik Açılımın kapsamında açıklamasıyla, Kürt Açılımını gündemden düşüren tutumunda ısrar edeceğini gösterdi. Öyle görünmektedir ki, ekimde Ermenistanla yapılacak görüşmeler ve protokollerin iki ülkenin meclislerine gelmesiyle birlikte, Kürt sorununun daha da geriye itilmesi düşünülmektedir. Böylece şoven-milliyetçi odaklar ile CHP ve Genelkurmaydan gelen tepkilerle uzlaşan bir çizgiye girildiği konusunda bu çevrelere güvence verilmek istendiği anlaşılıyordu.
Başbakan Erdoğanın iç politikaya dönük diğer vurgusu ise ABDye varır varmaz Musevi Lobisiyle sarmaş dolaş bir görüşme yapmasıydı. Bu görüşme, bir yandan AKPnin oy tabanında kafa karışıklığı yaratırken, öte yandan da yandaş basının One minute üstünden yürüttüğü kahramanlık edebiyatını boşa düşürdü. Bu yüzden, beklendiği gibi Erdoğan, bulduğu ilk fırsatta İsrailin elindeki nükleer silahları ve kitle imha silahlarını hatırlattı. Böylece Başbakan, hem Davos çizgisinde durduğu imajı verdi, hem de İran kamuoyuyla sıcak temas kurmayı amaçladı. Erdoğanın gezi sonrası değerlendirmelerinde ikinci dikkat noktası ise dış politikaya ilişkindi. Başbakanın, ekim ayının ilk yarısında Ermenistanla görüşmeler ve protokollerin iki ülke meclislerinde ele alınması, ekim ayının ortasında kalabalık bir heyetle Iraka gideceği, ekimin sonunda ise İrana yapılacak gezilere vurgu yapması da (bunlara Suriye ve Azerbaycanla yapılacak günübirlik sayısız görüşme de eklenmelidir) açıkça göstermektedir ki; ABDde bu dış gezilerde neler konuşulacağı üstünde anlaşılmıştır. Çünkü her üç ülkeyle ilişkilerde ABD kilit bir noktada bulunmaktadır ve son anda bile Obama, Erdoğanla Türkiye-Ermenistan görüşmeleri ile ilgili 15 dakikalık bir son görüşme yapmıştır.
Bunlara, söylediklerinin böyle yorumlanmasına Başbakan Erdoğan sinirlenecek;
Bizim kendi politikamız yok mu ki ABDden akıl alalım!.. filan diye tepki gösterecektir. Ancak Başbakan ne derse desin, gerçeği değiştirmez. Çünkü, Başbakanın bu gezilerinin gerekçesi, ABDnin bölgeyi kendi (ve Batının) emperyalist çıkarlarına göre yeniden yapılandırmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Ve ABDnin bu görüşmelere ilgisi de bunun içindir. Burada AKP Hükümetinin rolü, ABDnin çıkarlarını, Türkiyenin ve bölge halklarının çıkarları gibi gösterebilmesidir.
Hükümetin Kürt Açılımı konusunda ipe un sermeye yönelmesiyle de birleştirildiğinde; ABDnin, PKKnin teslim alınmasında aktif olmasını, Erdoğan hükümetinin ekim-kasım aylarında bölgede yürüteceği diplomasiye bağlamış olma ihtimali kuvvetlidir. Elbette bu böyle söylenmemiştir ama Hadi bir el verin de şu PKKyi Kandilden indirelim dendiğinde, Hele siz İran, Irak, Ermenistanla bölgede adımlar atın, biz de işin bize düşen kısmını yerine getiririz biçiminde bir yanıt verildiğinden de şüphe edilemez. Bu vaadin, Kürt sorununun AKPce çözümü (buna PKKnin tasfiyesi, DTPnin bölünmesi ve Kürtlerin direnişinin kırılması demek daha doğru), en azından aralıkta yapılacak Obama-Erdoğan görüşmesine kadar bir takvime bağlanmış, ödevler önlerine konmuştur. Bu ödevlerdeki başarısı, ABDnin Erdoğan ve hükümetine açacağı ekonomik, siyasi, diplomatik tüm kredilerde referans olacaktır.
Erdoğan, ABDden ayrılırken yaptığı değerlendirmeyle, kendisinden ABDnin ne beklediğini anladığını göstermiştir. Ama bunların, ABDnin değil Ortadoğu halklarının çıkarı olduğunu halklara yedirebilecek midir, bunu da önümüzdeki birkaç ay içinde göreceğiz.
İHSAN ÇARALAN