01 Ekim 2009 00:00
ESKİKENT YAZILARI
Bazı şeyler bizi yerimizden sarsar. Öyle bir irkiliriz ki, Sahiden bulunduğumuz yerde miyiz diye şöyle bir bakınırız.
Bazı şeyler bizi yerimizden sarsar.
Öyle bir irkiliriz ki, Sahiden bulunduğumuz yerde miyiz diye şöyle bir bakınırız.
Bakınırız ve bulunduğumuz yeri beğenmesek de, çok kolay kabullenemeyiz vaziyetimizi.
Kendimizi dünyayı keşfetmiş olarak görürüz.
Oysa keşif ne ki, dünyanın sınırları, vaziyetimizden çok dardır!
Tabii, yaşadığımız ortamın sınırlarından haberdar değilizdir çoğu zaman.
Bizim güvenlik diye bildiğimiz o yaşam sınırlarımızda devriye gezen başka yaşamlar vardır.
Öyle yaşamlardır ki onlar, yüz yüze geldiğimizde yaz güneşine sunulmuş da, sonbaharda pencerenin parmaklıklarına asılı kalmış dolmalık biber gibi kızarıverirler!
*
Beni sarsan bir olay, Eskişehirin Seyitgazi ilçesine bağlı bir bölgede, Frigya Vadisinde oldu.
Ben kendimi çok ileri noktada sandığım bir zamanda, Frigya Vadisine, daha doğrusu, artık herkesin bu vadinin en önemli eseri kabul ettiği Yazılıkaya Anıtına gittiğimde 30 yaşlarındaydım.
Hâlbuki ben, doğup büyüdüğüm ve tam elli yıldır, Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı düşüncesiyle hep başım öne eğik gezdiğim şu Eskişehirde, Ne var ne yok, her şeyin farkında sanırdım kendimi!
Evet, Friglerin o devasa anıtı önüne tam 30 yaşlarında gittiğimde, anıtı görmek için başını kaldırıp başka toprakları da görmek merakıyla sarsılan bir İtalyan çifti görmüştüm. Hiç üşenmemişler, ta İtalyadan Yazılıkaya Anıtına gelmişler diye de mırıldanmıştım
Anıtı yıllardır gönüllüce bekleyen Çerkez Çocuğu Veyselin de o günkü doğal nöbeti hemen anıtın alt tarafındaki tek katlı yapıda sürüyordu. Ziyaretçilere açılan defter, sonraki yıllarda da tanık olacağım gibi hep açık duruyordu ve İtalyan çift de bir vakit sonra izlenimlerini o deftere yazmıştı.
Oysa ben, burnumun dibindeki o devasa geçmişi tam otuz yıl boyunca ıskalamış olmanın bir iç burkulmasıyla sarsılıp, kendimle yüzleşmeye doğru yol almıştım o sırada
Ben o İtalyan çiftin farkındaydım, onlar ise benim yanımdan geçerken bile farkımda değillerdi. Adeta, gölgeleştiğimin böylelikle de, elle dokunulamaz, söz söylenemez ve selam da verilemez bir varlık olarak kalakalmıştım
Neyse ki, o utancımı geçmişimin sayfalarından silmek adına tam dört yıl önce Yazılıkaya adında bir şiir yaprağı çıkardım da, gölge olmaktan, somut bir varlık olmaya doğru büyümeye başladım.
Şiir yaprağının ilk sayısını elime aldığımda da, Hiç üşenmemişler, ta İtalyadan Yazılıkaya Anıtına gelmişler diye mırıldanışımı bir daha tekrarladım!
*
Eskişehir- Antakya arasında büyütmeye çalıştığımız Kültür ve Sanatta Kardeş Şehirler Projesi çerçevesinde 26- 27 Eylül tarihlerinde Antakyadaydık. Biz, içinde Eskişehir geçen ne varsa, Antakyalı dostlarımıza sunmaya çalıştık. Nasrettin Hoca, Yunus Emre, Eskişehirli karikatüristler ve karikatür müzesi, Eskişehir fotoğrafları ve tabii Friglerin Gizemli Uygarlığı Bu son konuyu Doç. Dr. Taciser Tüfekçi Sivas sunarken, benim aklım yirmi yıl öncesine uçmuş, Çerkez Çocuğu Veyselin gönüllü nöbet yerine gitmiş, o İtalyan çifti görüp, kuş uçuşu tekrar Antakyaya dönmüştü.
Neyse ki sunumlarımız bitip, Rahibe Barbaranın Barış Evine gittiğimizde, bir kez daha sarsıldım Bu defa, sarsıntının büyüklüğü aynı olsa da, beni gölgeye çeviren bir sarsıntı değildi; tam aksine mutlu kılan, limon ağaçlarının altında, akşamın serinliğinde güçlendiren bir durumdu.
Biz, Antakyalı dostlarımızla şiir okurken, Rahibe Barbara, Türkiye Yazarlar Sendikası Antakya Temsilcisi sevgili ağabeyim Mehmet Karasunun ricasıyla eline gitarı alıp Yunustan ilahiler okumaya başladı. İlahinin yazılı olduğu notalı birer kağıdı da bizlere dağıtarak kendisine eşlik etmemizi istedi. Biz de eşlik ettik. Ama, dudaklarım ve sesim o kadar acemiydi ki, sözde Yunusun diyarından gelmiştim ama, ne yazık ki yabancıydım işte.
Barbaranın Yunustan ilahi okumasına mı sevinmiştim, yoksa, ondan ilk kez bir ilahi okumanın mutluluğunu tattığıma mı?
Tam olarak neye uğradığımı bilemesem de, içimde dolaşan mutluluk kırıntılarından bir kardeşlik anıtı inşa etmeye başlamıştım bile.
Hepimizi sarsan, sarsarken yerinden eden şeyler vardır
Bende çok olur bu.
Yeni bir şey öğrendiğimde, hem mutluluk hem de onca zaman bilmeden dolaşmanın ezikliğiyle kendimi boy aynasının karşısına alışım
Antakyadan dönerken şunu düşündüm:
Bastığımız toprakları tanımıyor, altında yatanları da, üstünde dikili duranları da bilmiyordum vesselam!
RAHMİ EMEÇ