02 Ekim 2009 00:00
Bizim için ağlama IMF 2
IMFnin Türkiye iktisadi tarihinde oldukça uzun geçmişe dayalı bir yeri var. Fakat buna karşın, iktisat politikası içindeki konumu özellikle 1998 Yakın İzleme Anlaşmasından bu yana oldukça belirginleşti.
IMF ve sermayenin zehirli armağanı
IMFnin Türkiye iktisadi tarihinde oldukça uzun geçmişe dayalı bir yeri var. Fakat buna karşın, iktisat politikası içindeki konumu özellikle 1998 Yakın İzleme Anlaşmasından bu yana oldukça belirginleşti.
IMF, 1997 Asya Krizinden çıkardığı derslere de dayanarak, Türkiye ekonomisi üzerindeki denetimini bu tarihten sonra daha da derinleştirmek ve bunu daha kurumsal bir niteliğe kavuşturma ihtiyacı duydu. Bu ihtiyaç aynı zamanda yerli burjuvazinin de ihtiyacıydı. Ulusal sermaye de uluslararası yeni iş bölümünde Türkiyenin yeni yükselen piyasalar arasında yer almasını garantiye alacak dönüşümlerin bir an önce sonuçlandırılmasını açıkça (ve acilen) arzular hale gelmişti.
1998 yılında Türkiye artık IMF, Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü vb. kuruluşların denetim ve gözetiminde ekonomik ve siyasal kurumlarını neoliberal koşullandırmaların biçimlendirmesini kabullendi. Dolayısıyla 1998 yılı, aynen 24 Ocak 1980 gibi Türkiyenin yakın iktisadi tarihinde önemli bir dönemeçtir.
Yakın İzleme Anlaşmasına varan süreç Kasım 1997de ANAP-DSP Hükümetinin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanının IMF ile başlattığı görüşmeler ile açıldı. Bakan Güneş Taner görüşmeleri başlatma kararından sonra ABDde yaptığı açıklamada programın yapısı hakkında şu bilgileri verdi: Programı Türkiye kendisi hazırladı. Klasik bir stand-by olmayacak. Orta vadeli bir program olacak. Başka ülkelere model olarak önerilecek bir program olacak. Bakan, bir başka vurguya daha gerek duyarak Türk Hükümetinin istikrar programına, ABD ve ABnin siyasi destek verdiğini açıkladı.
HÜKÜMETLER DEĞİŞTİ PROGRAM BAKİ KALDI
1997 Kasım ayında başlatılan bir süreç iki yıl sonra orta vadeli bir istikrar ve yapısal reform programına dönüştü. Programın 2000 uygulaması 2000 Kasım/2001 Şubat krizlerine yol açtı (Sabit kur uygulaması vb. maddeleriyle program IMFnin Türkiyeyi bir kobay olarak kullandığı tartışmalarına yol açtı. Yaşanan kriz hem Türkiye sermayesinin bir dönemi kapatıp yeni bir döneme girme talebi ile uluslararası sermayenin beklentilerinin çakıştığı bir dönemi başlattı. IMF bu süreçte etkin rol oynadı).
Program, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) çerçevesinde yenilenen stand-by anlaşması ile ve araya giren 2002 Kasım erken genel seçimlerine karşın kesintiye uğratılmadan Şubat 2005e kadar uzatıldı ve sürdürüldü. 2005 Mayıs ayından başlayarak AKP hükümetince yeniden üç yıllık bir anlaşma imzalandı. Böylece 2008 Mayıs ayına kadar uzayan Yakın İzleme Anlaşması, imzalanmasından itibaren 10 yıla ulaşarak IMF denetiminde kesintisiz en uzun dönemin başlangıcını oluşturdu.
Yeniden bir yapılanmanın başlangıcı olan 1998 Yakın İzleme Anlaşmasının hedefleri şöyle özetlenebilir.
*İşgücü piyasalarını kuralsızlaştırma ve esnekleştirme yöntemiyle ucuz işgücü deposu haline dönüştürme,
*Uluslararası ve yerli finans sermayesine sermaye hareketleri üzerine sınırsız serbestlik güvencesi sağlamak
*Uluslararası rekabet adına üretimde ithal girdi kullanma ve ithal mal tüketme eğiliminin kuvvetlendirme
*Kamu hizmetlerini ticarileştirerek vatandaşları müşteriye, kamu hizmeti üreten kurumları ticari işletmeye dönüştürmek
*Kamu iktisadi kuruluşlarını yerli ve uluslararası özel sermaye şirketlerine satmak
*Etkin ve demokratik yönetim, iyi yönetişim söylemleriyle, aslında tüm toplumu ilgilendiren stratejik, ekonomik ve siyasi kararların alınmasını ve uygulanmasını demokratik denetim mekanizmalarının dışına çıkarırken, devletin neoliberal anlayışa uygun bir biçimde yeniden yapılandırılmasında toplumun desteğini sağlamaya çalışmak.
HEDEF TUTTU
IMF ile, başlarda gevşek, sonraları sıkılaşan bir ilişki içinde ilerleyen bu programın uygulandığı 10 yıl, Türkiye ekonomi tarihinde özel bir alt dönem olarak yerini aldı. Önceki on yıllarda arzulanıp da yapılamayan birçok piyasacı, küreselleşmeci ve antisosyal icraatın bu 10 yıla sığdırılması, dönemi, iktisat tarihimizin en kayda değer dönemlerinden biri yapmıştır diyebiliriz.
İçinde, yine tarihimizin en derin krizini (2001) barındıran bu alt dönemin kayda değer bir özelliği, önceki dönemlerle kıyas götürmez ölçüde dünya ekonomisi ile entegre oluşudur. Artan dış ticaretin yanı sıra artan sermaye hareketleri, küresel sermaye ile hızlı bir enteg-rasyon, büyük şirket ve bankaların el değiştirmesi, özelleştirmeler ve kamusal mal ve hizmetleri piyasalaştırıp ticarileştiren uygulamalar, devletin küçültülmesi, emeğin tarihinde olmadık ölçülerde sömürülmesi ve etkisizleştirilmesi, teslim alınması, kırların yoksullaştırılıp kente göçün hızlandırılması...
Bütün bunların da kurumsallaştırılıp modelleştirilmesi, yine bu dönemin ana karakteristik özellikleri olarak öne çıktı. Bu özellikler aynı zamanda programdan beklenen özellikler.
AĞIR VE FATURA
Türkiye ekonomisi, 2001 yılından sonra hızla hedefler doğrultusunda yapılandırılırken emekçiler için ağır bir fatura çıkardı.
Bu dönemde rekabet adına emek ucuzlatıldı. Holdingler koçlar gibi büyüdü, ihracat yıllık 100 milyar doları aştı. Dışa karşı en önemli rekabet gücü düşük ücretler sayesinde sağlandı. Ücretler reel anlamda 2000 öncesinin gerisinde kaldı. Özellikle imalat sanayiindeki özel sektör işçi ücretlerindeki gerilemeye dikkat çekici... İstatistik Kurumunun imalat sanayii reel ücret endeksi 2001 krizini aşmada özel sektör ücretleri üstüne nasıl kaba bir yüklenme olduğunu ortaya koymakta. İmalat sanayiinde 1999da 105.3 olan reel ücret endeksi, 2007de ancak 84e tutunabildi. Bu da 2000li yıllardaki ekonomik büyümenin ağırlıkla kaba bir işgücü sömürüsü üstüne kurulu olduğunun somut bir göstergesidir.
Büyük işsiz kitlelerini açlıkla terbiye ederek, işyerlerinde teknolojiyle ilgisi olmayan verimlilik artışları, emeğin kaba sömürüsüyle, iki kişinin işi bir kişiye yaptırılarak gerçekleştirildi. İşçilerin yoksullaştırılmalarına, devlette kamu çalışanlarına mali disiplin bahane edilerek enflasyonun gerisinde kalan maaş ödemeleri yapılarak devam edildi.
Mali disiplin cenderesinden, kamudan maaş alan emekli-dul ve yetimler de nasibini aldı, onların da reel gelirleri geriledi. Tarımdaki çözülme ve gerileme, kamu desteklerinin kalkması, kırlarda yoksullaşmayı artırdı ve kentten köye göçü hızlandırdı.
Ekonominin reel olarak yıllık ortalama yüzde 7.3 oranında büyümesine rağmen işsizlik hiç bir zaman 2000 krizindeki yüzde 5 seviyesine inmedi. Resmi rakamlara göre işsizlik oranı ortalama yüzde 9 seviyelerinde seyretti. Gerçek işsizlik yüzde 20lerin altına hiç inmedi. Genç nüfus olarak tanımlanan 15-24 yaş grubunda ise işsizlik oranı yüzde 25lere dayandı.
Yoksullaştırılan vatandaş tüketici kredisi ve kredi kartı harcamasına yönlendirilerek borç batağına sürüklendi. Gelir uçurumu derinleşti.
Özelleştirme, bütçe açıklarını kapamada kullanıldı. Özelleştirmeden bütçeye aktarılan miktar, toplam devlet gelirlerinin 2004te yüzde 1i iken, 2005te yüzde 2sine, 2006da yüzde 4.5ine, 2007de yüzde 4üne ulaştı. Tüpraş, Türk Telekom, Erdemir ve Tekel gibi sanayinin lokomotifi kamu işletmeleri alelacele satıldı.
Şimdi küresel krizin Türkiyede bankaları değil reel sektörü vurmasında... Türkiyenin dünyanın işsizliğin en yüksek olduğu ilk üç ülke içinde yer almasında... Ağır bir yoksuluk yaşanmasında vb. acı sonuçların oluşmasında işte bu 10 yıllık yapılanma yatıyor...
İLK GÖNÜLLÜ ÜLKE TÜRKİYE
1970li yılların sonunda ve 1980lerin başında açık dayatma ile IMF ve DB Yapısal Uyum Programına zorlanan ilk örnek ülke Türkiyedir. 1970li yıllar kalkınma kavramının batılı emperyalist ülkelerin gündeminden çıkmakta olduğu yıllardır... Kapitalist sistemin yaşadığı krizi atlatabilmesi için neoliberal politikaların hayata geçirilmeye çalışıldığı bir dönemdir. DB ve IMF de ülkelerin buna uyumunu sağlamakla görevlendirilmiştir.
1980lerin başında IMF, çok yıllı stand-by anlaşmalarını, DBde Yapısal Uyum Kredileri sistemini dayatıyordu. İstikrar + yapısal uyum amaçlı neoliberal dönüşümü sağlamayı hedefleyen IMF + DB programları için ilk gönüllü ülke Türkiye olmuştur. Hemen belirtelim ki, 1978 yazı ortasından 1979 sonbaharına (1979 Kasım ara seçimlerine) kadar geçen sürede Türkiye IMF ile iki ayrı stand-by üzerinden anlaşmaya varmış, her ikisi de yürütülememiştir. Ağustos 1979da IMF ile ipler iyice kopmuştur. Bunun üzerine Türkiye dış kaynak bulma konusunda tecrit edilmiştir. Türkiyeye borçlarını yeni bir takvime bağlayabilmesi, dış kaynak bulabilmesi için uyum programı dayatılmıştır. Türkiye de 1980de 24 Ocak kararlarını açıklarken, uyum programını kabul ettiğini ilan ediyordu. Ne var ki, programı uygulamaya dönemin hükümetinin siyasal gücü yetmediğinden, programın eksiksiz uygulanması 12 Eylül Askeri rejimiyla sağlandı.
Türkiye o günden beri kesintisiz 30 yılı aşan bir süredir piyasa uyumlama süreci içinde... Bu dönemin 18 yılı IMFnin doğrudan müdahaleleriyle geçmiştir: 1980-1985 (Altı yıllık ilk dönem), 1994-95 (Bir yıllık dönem), 1998-2000 (İki yıllık yakından izleme dönemi), 2000-2008 (Dokuz yıllık dönem).
Dosyamız bu gün küresel ekonomiyle bütünleşmeyi hızlandıran son dönemde IMFnin etkisine ve etkinin sonuçlarına ışık tutacak.
HER DARBE ÖNCESİ ANLAŞMA YAPILDI
Türkiye ilk devalüasyonu 7 Eylül 1946da yaptı ve 131 kuruş olan 1 ABD doları değeri 280 kuruşa yükseltildi. Ve devalüasyon sonrasında IMF üyesi olan Türkiyenin 60 yılı aşan bu sürede, IMF ile yapılan ilk anlaşmanın üzerinden yarım asır geçti. IMF ile Türkiye arasında 1970 Ağustos ve 1980 Ocakta yapılan anlaşmaların ardından askeri darbelerin olması da dikkat çekti. Dünyada durum farklı değil. Dünya Çapında Ekonomik Adalet Kampanyası için Joseph Hanlonun 1998de yayınladığı araştırmaya göre IMF en büyük borçlanmalarını askeri diktatörlüklerle yaptı. Şilide 1974te iktidara gelen Augusto Pinochet, ülkenin 5.2 milyar dolar olan borcunu 18 milyar dolara çıkartırken, Arjantinde 1976da iktidara gelen askeri darbe yönetimi 7 yıllık yönetimleri ile 39.6 milyar dolar borç aldı.
TÜRKİYE 19 ANLAŞMA YAPTI
Yarım asırlık dönemde 19 stand-by imzalandı ve bunlardan 1999 ve sonrasında imzalanan son üç tanesi dahil olmak üzere sadece dokuz tanesi tam süresinde bitirildi. İlk anlaşma Başbakan Adnan Menderes döneminde 4 Ağustos 1958de imzalandı. Hazine Müsteşarlığının verilerine göre Türkiyenin 19uncu stand-bydan kullandığı 6.6 milyar SDR yani (5 aralık itibariyle 1 SDR=1.48 ABD doları) 9.8 milyar doları aşan kredinin hepsi kullanıldı.
Ancak vadesi geldiği için yapılan ödeme 1.4 milyar dolarda kalırken halen IMFnin yaklaşık 8.4 milyar dolar alacağı var.
İLK EV SAHİPLİĞİ 1955TE...
IMF ve Dünya Bankası yıllık toplantıları genellikle ardışık iki yıl boyunca IMF ve Dünya Bankasının WashingtonD.C.deki merkezlerinde toplanır. Zirve her üç yılda bir başka üye ülkede yapılır.
Türkiye 1955ten sonra ikinci kez yıllık toplantılara ev sahipliği yapacak
IMF ve Dünya Bankası yıllık toplantıları İstanbulda, Uluslararası Para ve Finans Komitesi, IMFnin Guvernörler Kuruluna tavsiyede bulunacak, küresel ekonominin görünümü ve finans piyasalarındaki gelişmelerin yanı sıra IMFnin çalışma alanında konuları değerlendirecek.
Kalkınma Komitesi ise gelişmekte olan ülkelerde ekonomik kalkınmanın artırılması için gereken finans kaynakları ve önemli kalkınma konuları üzerine Banka ve Fonun Guvernörler Kurullarına tavsiyede bulunacak.
IMF VE DÜNYA BANKASI PROTESTO EDİLDİ
1-7 Ekim tarihleri arasında IMF ve Dünya Bankası yöneticileri ile 184 ülkenin Maliye Bakanlarının İstanbulda yapacakları toplantıyı protesto eden EMEP, TKP ve ÖDP Bakırköyde eylem yaptı. Özgürlük Meydanında bir araya gelen partilerin üye ve yöneticileri, IMF ve Dünya Bankasını ülkelerinde istemediklerini haykırdılar. Partiler adına açıklama yapan ÖDP Bakırköy İlçe Başkanı Av. İlhan Pehlivan, IMF ve Dünya Bankası deyince akla acı reçeteler ve emekçi halkın ödediği ağır faturalar geldiğini belirterek, halkı emperyalizme IMFye ve işbirlikçilerine karşı birlikte mücadele etmeye çağırdı.
YARIN: IMFye G20de verilen görevin anlamı ve olası sonuçları... IMFnin krizde Doğu Avrupaya ettikleri...
Bülent Falakaoğlu