09 Ekim 2009 00:00

DURUM

IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları, kısacası “zirve”si İstanbul’da toplandı ve sonunda “İstanbul Kararları” olarak anılacak olan bir dizi kararlar alındı.

Paylaş

IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları, kısacası “zirve”si İstanbul’da toplandı ve sonunda “İstanbul Kararları” olarak anılacak olan bir dizi kararlar alındı. Kuşkusuz bu toplantılara damgasını vuran uluslararası olay, kapitalizmin son krizi oldu. Tekelci kapitalizmin tepe yöneticileri, yaşanan ekonomik krizi ve bu krizde devletlerin aldıkları önlemleri “Uçurumdan döndük” tabiriyle tanımladılar. Sonunda toplantılar, “Uçurumdan döndük, o halde dönüşelim” diye tanımlanabilecek bir sonuçla bitti. Peki ama mevcut sistem bunu başarabilir mi? Başaramayacağını gerçekler ortaya koyuyor.
Ekonomik krizde dibe vurulduğu artık belirginleşmiş durumda. Ancak dibe vurmak, bir lastik top gibi yere vurup zıplamak anlamına gelmiyor. Kapitalizmin ekonomik krizleri, kriz sonrasında genellikle bir durgunluğun geldiğini gösteriyor. Bugünkü belirtilerde dünya ekonomisinin genel bir durgunluk içerisinde olduğunu gösteriyor. Ancak önceki krizlerden farklı olan şu ki, bu kez krizin ortaya çıkış biçimi ve alınan önlemler, bu durgunluğun önceki kriz çıkışı durgunluklarından daha uzun süreceğini ve epeyce sorunlu olacağını gösteriyor.
Bu neden böyle olacak? Bunun nedenleri, krizin yapısında ve devletlerin aldıkları önlemlerde yatıyor. Kapitalizmin son krizi kendisini bir finans krizi olarak açığa vurdu ve giderek üretimi -reel sektör- içine alarak genel bir krize dönüştü. Başta ABD olmak üzere devletlerin genel bir çöküşten kurtulmak için aldıkları önlemler, dev finans şirketlerinin zararlarını üstlenmek, onları “devletleştirmek”, ekonomilere garantiler vererek para pompalamak biçiminde oldu. Yani hastalıklı yapı suni solunumla tekrar işler hale getirilmeye çalışıldı. Mekanizma krize götüren mekanizma ama dişlilere yağ sürülerek çalışması sağlanmak isteniyor! Bu durum, hatırlanacağı gibi ‘ikinci bir dalga’ tartışmalarının yapılmasına neden oldu. İkinci bir dalganın gelip gelmeyeceği kuşkusuz tartışılabilir. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken temel nokta, birinci dalganın henüz bitmediği, bunun yarattığı sorunların büyüyerek tüm kapitalist ekonomileri içine alacağıdır. Ama bundan bağımsız olarak krizler arasındaki sürenin kısalacağını tespit etmek yanlış olmayacaktır. Eğer ikinci bir dalga gelecekse de, bütün bunların üzerine gelecektir. Şimdiden başka ABD olmak üzere merkez bankaları durgunluğu -resesyon- önlemek için piyasaya para pompalamaya başladılar bile. Bunun doğal sonucu yüksek enflasyondur. Enflasyon giderek durgunluğun aşılması umuduyla tercih edilen bir politika haline gelmekte.
Diğer taraftan alınan “önlemlerin” doğrudan üretimi canlandırmaya yönelik olmadığı görülüyor. İşsizlik artıyor, işsizler ordusu giderek büyüyor. Krizle birlikte 90 milyon işçi bu işsizler ordusuna katıldı. Bu ordunun safları giderek genişliyor. Diğer taraftan kamu gelirlerini yükseltmenin en kestirme yolu olan vergiler artırılmaya çalışılıyor. Bu durum da durgunluğu besleyen bir etken olarak rol oynuyor! Yani alınan her önlem, biri diğerini boşa çıkararak, ulaşılmak istenen hedefi darbeleyen bir işlev görüyor. Enflasyon tercih edilirken, durgunluk içinde enflasyon anlamına gelen stagflasyonun gündeme gelme olasılığı hiç de az değil. Bütün bunlardan çok genel bir sonuç çıkarılabilir mi? Kuşkusuz çıkarılabilir. Kriz en genel anlamıyla, toplumun yarattığı zenginliklerin yine toplumun karşısına yıkıcı bir güç olarak çıkmasıdır. Bunun nedeni, bu zenginliklerin sermaye olma niteliğidir. Bu zenginlikler sermayeye dönüşmeden mevcut burjuva toplumunun çarkları dönmüyor. Kapitalist düzende zenginliklerin sermayeye dönmesi ise bugünkü gibi bitmek bilmeyen krizleri beraberinde getiriyor. Lenin’in 20. yüzyılın ilk çeyreğinde tanımladığı gibi, emperyalizm ‘asalar ve çürüyen bir kapitalizm’ olma özelliğini bu son krizde açıkça ve tüm kanıtlarıyla ortaya koydu. Finans sistemi ve onun işleyişi, bu asalak ve çürüyen kapitalizmin zirve noktasını temsil ediyor.
O halde çözüm nerede? Yaşanılan kriz gösteriyor ki, toplum ürettiği zenginliklere sahip çıkmak zorundadır. İşçiler ve emekçiler, yani yaşamın gerçek üreticileri, bu zenginliklerin “sermaye” olarak toplumun karşısına yıkıcı güçler olarak çıkmasını engellemek, bu zenginlikleri kamusal bir servete dönüştürüp, özel mülkiyet -yani büyük sermaye- sistemini yıkarak, mevcut toplumu kökten değiştirmeyi başarmak zorundadırlar. Bunun adı sosyalizmdir. Kapitalizm, bugünkü toplumu yönetemeyeceğini ve yönetemediğini krizleri ile ortaya koymaktadır. İnsanlık ya geleceğine sahip çıkacak, ya da... Aslında bu ya da yoktur. Bu zenginlikleri üretenler, işçiler ve emekçiler, er ya da geç zorunlu olarak geleceğe sahip çıkacaklar. İnsanlığın önünde başka bir yol yoktur!
Ahmet Yaşaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Diyarbakır Ceylan için yürüdü

SONRAKİ HABER

Sansürsüz Susurluk raporu mahkemeye ulaştı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa