10 Ekim 2009 00:00
YENİ DÜNYA
Geçen hafta içerisinde İstanbulda gerçekleştirilen IMF toplantıları, ülke gündeminin olduğu gibi dünya ekonomi gündeminin de tepesine oturdu.
Geçen hafta içerisinde İstanbulda gerçekleştirilen IMF toplantıları, ülke gündeminin olduğu gibi dünya ekonomi gündeminin de tepesine oturdu. Evet, ileride çokça referans verilecek İstanbul toplantısında IMF, yeni imajıyla sevenleriyle buluştu. Kurumun yeni yoksul dostu söylemi, sosyalist IMF başkanı tarafından ısrarla yinelendi. Zamanında Çiller, Türkiye sosyalist bir devlet demişti, şimdi de IMF başkanını sosyalist ettiler!
IMFde ne değişti sorusuna cevap aramak için isterseniz önce filmi biraz başa saralım. Çok değil geçen yıla kadar, yani krizden hemen önce, IMF, dünya ekonomisindeki belirleyici rolünü büyük ölçüde yitirmişti. Arjantin faciası sonrasında Latin Amerika başta olmak üzere eski büyük müşteriler IMF ile ilişkilerini bir bir kesmiş, Türkiye kurumun en dişe dokunur müşterisi haline gelmişti. Tıpkı hızla piyasa payını yitiren bir holding gibi bütçesi açtığı krediler üzerinden belirlenen IMF de daralma yoluna gitmiş, çalışanlarını işten çıkarmaya başlamıştı. Elbette ki IMFden kopuşu kolaylaştıran başlıca etken, özellikle 2001 sonrasında ABDde hızla düşürülen faiz oranları karşısında çevre ülkelerinin sıcak para cenneti haline gelmesi, ülkelerin dolar rezervlerinin hızla şişmesiydi. Bu koşullar altında kur istikrarını sağlamak ve dış borç ödemelerini gerçekleştirebilmek için IMFnin sağlayacağı kaynağa veya yönlendireceği yabancı yatırıma pek de ihtiyaç kalmamıştı. IMFli ya da IMFsiz, dolarlar, faizlerin görece olarak daha yüksek seyrettiği çevre ekonomilerine akmaktaydı.
ABDde emlak balonunun patlamasıyla tetiklenen küresel ekonomik kriz, sadece yerel ekonomilerdeki sınıfsal dengeleri egemen sınıflar lehine değiştirmekle kalmadı, uluslararası dengeleri de benzer yönde sarstı. Büyüyen güvensizlik ortamı ve artan batık kredilerle birlikte çevreden merkeze yönelik bir fon kaçışı yaşanırken, dolar kuru hızla tırmanmaya, dış borç yükümlülüklerinde sıkıntı yaşanmaya başladı. Krediler neredeyse durmuş, iflaslar kaçınılmaz hale gelmişti. İşte böylesi bir ortamda IMF bir Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğdu. Bitti denilen noktada yeniden küresel ekonominin kaptanlığına soyundu. Kredi piyasalarındaki çöküş ile birlikte Batı Avrupa merkezli büyüme stratejileri büyük darbe alan ve borçlarını çeviremez hale gelen Macaristan, Sırbistan, Romanya gibi Doğu Avrupa ülkeleri; finans merkezi olacak derken iflasa sürüklenen İzlanda, yine Rusyanın Batı sermayesine dayalı büyüme izleyen komşuları Gürcistan, Ukrayna, Letonya, Beyaz Rusya ve bunlara ilaveten Pakistan, Kosta Rika, El Salvador ve Guatemala, IMF kapısında sıralanan ülkelerin başında geliyordu. Şu bir gerçek ki, halen IMFnin açtığı kredilerin toplamı geçmiş yıllardaki miktarın çok altında seyrediyor. Bunda ekonomideki panik havasının hızla dağılması, sıcak paranın yönünü yeniden çevre ülkelerine çevirmesi elbette önemli bir etken. Ama kurumun kötü ünü de göz ardı edilemeyecek denli önemli bir rol oynuyor. Birçok ülkede yöneticiler, bu kurumu ülke ekonomisinin başına bela eden isim olarak tarihe geçmek istemiyor. IMF politikalarının, günümüzde yaşanan ekonomik daralmayı körükleyecek bütçe disiplini, yüksek faizlerle desteklenen kur istikrarı gibi kimi unsurları bünyesinde bulundurması ise cabası.
Tıpkı ABDnin Obama sonrası hegemonya restorasyonu gibi, IMF de Kahn ile imaj tazeleme yoluna gitti. Az gelişmiş ülkelerin kotasının ve dolayısıyla da temsiliyetinin yüzde 5 seviyesinde artırılması, kurumda büyük ortak ABD olmak üzere merkez kapitalist ülkelerin yüzde 60lar seviyesindeki payını ve dolayısıyla iktidarını değiştirebilecek bir gelişme değil. Kredi limitinin artırılması, İzlanda, Pakistan ve Guatemalada görüldüğü gibi ülkelerin bütçe harcamalarında kimi esneklikler sağlanması, IMF tarafından yeni imajını güçlendirmek için sık sık vurgulansa da, ikna edici olmaktan çok uzak. Ayrıca unutulmamalı ki, İzlanda gibi ülkelere açılan kredi, aslen ülkede zarara uğrayan Batı merkezli finans sermayesine dolaylı kaynak aktarımı sağlarken, sosyal harcamaları daha da kısarak bedelini geniş halk kesimlerine ödetme çabasıdır.
IMFnin hegemonyası krizlerden beslenmektedir. 1980lerde olduğu gibi 2010larda da sözde yeni bir misyonla diriltilmek istenen IMF hegemonyasını artırdıkça, bu iki yüzlü kalkınmacı diskur yerini alıştığımız söylemlere bırakacaktır.
MURAT BİRDAL