20 Eylül 2009 00:00

Güneş’in sığır sürüleri

kral Odisseus, Troya savaşı sonrası gemileriyle ülkesine dönerken başından geçenleri, savaş nedir bilmeyen Fayaklar halkının prensesine anlatmaya başladı...

Paylaş
kral Odisseus, Troya savaşı sonrası gemileriyle ülkesine dönerken başından geçenleri, savaş nedir bilmeyen Fayaklar halkının prensesine anlatmaya başladı...Dinlenmek için ülkesine uğradıkları Tanrıça Kirke, dönüş yolunu tam öğrenmeleri için Odisseus ve arkadaşlarını Ölüler Ülkesi’ndeki Bilici Teyresyas’ın yanına göndermişti. Odisseus, Ölüler Ülkesi’ne ulaştığında, önceden tanıdığı ama ölmüş dünyalıların gölgeleri sarmıştı hemen çevresini. Babası Sisifos’u bile, bir kayayı önündeki dağın doruğundan aşırabilmek için onu yukarı doğru yuvarlarken görmüştü. Çünkü tanrılar, dünyayı çok sevdiği ve onun nimetlerinden gönlünce yararlandığı için onu böylesi bir cezaya çarptırmışlardı!... İçi yana yana babasıyla konuşmuştu. Ama babası Sisifos, bu kayayı mutlaka dağın öte tarafına yuvarlayacağından emindi. O yüzden mutlu olduğunu söylemişti Odisseus’a...Ayrıca Odisseus; orada gördüğü Otos ile Efiyaltes denen isyancı dev kardeşlerden de söz etti Nausika’ya... Bu iki kardeş, Baştanrı Zeus’la çatışmak için gökyüzündeki Olimpos Tanrılar Ülkesi’ne tırmanmaya kalkmışlardı! Güzel Prenses Nausikaa ve çevresi, büyük bir ilgiyle dinliyorlardı Odisseus’u...Gerçekten de Odisseus, Ölüler Ülkesi’nden ayrıldıktan sonra, yoldaşlarıyla birlikte gemilerine atlayıp anavatanı İtake’ye doğru yeniden yola koyuldu. Tanrıça Kirke’nin ve Ölüler Ülkesi’ndeki Bilici Teyresyas’ın öğütlerine de eksiksiz uymaya çalışıyordu... Örneğin onun öğütlerine uygun olarak, Sirenlerin oturduğu adanın yanından geçerken, kürek çeken yoldaşlarının kulaklarını balmumuyla kapattırmıştı. Kendisini de geminin direğine kalın halatlarla sıkı sıkıya bağlatmıştı! Çünkü Sirenlerin o anlatılmaz güzellikteki çekici ezgilerini duyan bütün gemiciler , pupa yelken doğruca Sirenler denen bu güzel kızların yanına gidiyorlar ve gemileri oradaki kayalara çarpıp parçalanıyordu... Ve gemici sağ kalırsa, bu kez de Sirenlerin ezgilerini dinleye dinleye, oracıkta son soluğunu veriyordu... Ama evrenin gizemlerini çözmeye çalışan ve her türlü aygıtı kullanabilen Odisseus; hem Sirenleri dinlemek hem de gemisine ve yoldaşlarına bir kötülük gelsin istemiyordu. Bu yüzden kendini halatlarla direğe bağlatmıştı... Gerçekten de Odisseus, Sirenlerin ezgilerini dinlemiş, ama halatlarından kurtulabilmek için durmadan çırpınmış, ecel terleri dökmüştü!... Ne var ki aklını kullanıp kendine bir zarar vermeksizin Sirenleri sonuna dek dinleyebilen tek ölümlü olmuştu...Gene Tanrıça Kirke’nin söylediği gibi, Güneş tanrısının sığır ve koyun sürülerinin otladığı Çatal Adası’na ulaşmıştı.“Adaya yaklaşır yaklaşmaz,” diye anlatmaya başladı Odisseus,”Hemen kürekçi arkadaşlarıma durumu anlattım. ‘Şimdi bu adanın yanından usul usul geçeceğiz, dedim. Bu adada, Güneş tanrısının ak yünlü koyunları, sığırları var. Adaya çıkarsak kendimizi tutamaz, bu sığırlardan bir ikisini kesip yemeye kalkarız! İşte o zaman da başımıza inanılmaz kötülükler yağacak! Yani hepimiz Hades’in o geri dönüşsüz ülkesinde alacağız soluğu!...’ Böyle dedim ama arkadaşlardan biri; ‘N’olur yani bu adada biraz dinlensek, karnımızı doyursak?... Zaten akşam da oldu. Geceleyin deniz bize ne tuzaklar kuracak, kim bilir! En iyisi gemiyi şu güzel sahile yanaştıralım. Oturup karnımızı doyuralım... Yıldızlara baka baka sahilde , dinleniriz... Şafak sökerken de hep birlikte gemimize atlar, yeniden enginlere açılırız.’ Arkadaş böyle konuşunca, diğer arkadaşların hepsi de doğruladı onu... Doğrusu ben de onların isteğine karşı koyamadım... Ama önümüze çıkacak sığırlardan yada koyunlardan hiçbirine dokunmayacağımız konusunda hepsine ant içirdim...Ondan sonra gemimizi Güneş’in ışıl ışıl parlayan o güzelim adasına yanaştırdık... Ve hemen sahildeki bir gölgeliğe oturduk... Tanrıça Kirke’nin yolluk olarak verdiği yiyeceklerden ve özel şarabından bir sofra hazırladık... İyice yiyip içtikten sonra, yolculuğumuz sırasında canavar Skülla’nın gemimize uzanıp yediği arkadaşların yasını tuttuk... Sonra da yorgunluktan uyuyakaldık... Fazla başınızı ağrıtmayım, güzel Prensesim. O anda yeri göğü sarsan fırtınalar saldı Baştanrı Zeus! Uluyan fırtınalarla karışık, ta tepemizden kapkaranlık bulutlar yağdırıyordu üstümüze... Gül parmaklı Şafak görününce hemen gemimizi kıyıdaki mağaraya çektik. Oradaki kayalara bağladık...Bu mağarada, Nümfalar denen peri kızları oturur; orada hora teperlerdi. Güzel gecelerde de dışarı çıkarlar; yıldızları coşturup dalgalandıran ezgiler söylerlerdi... Gemiyi güvenli bir yere bağladıktan sonra arkadaşlara; ‘Sakın Güneş’in koyunlarına da sığırlarına da dokunmayalım,’ diye yeniden tembih ettim. ‘Gemide bize uzun süre yetecek yiyecekler de var, Tanrıça Kirke’nin koyduğu şarap da...’Ne var ki Baştanrı Zeus’un dur durak bilmeyen rüzgarları hiç dinmedi bir ay süresince... Gemideki yiyecek, içecekler de tükendi... Yoldaşlarım haliyle acıktılar... Hani yeşil ot yemeye başladılar artık...Güneşin koyunları, sığırları salına salına geçiyorlardı önümüzden... Arkadaşlarımı artık mideleri yönlendirmeye başlamıştı...
Yaşar Atan
ÖNCEKİ HABER

Vatanı olmayan nasıl sürgün olur?

SONRAKİ HABER

Bayramlık şarkılar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa