27 Eylül 2009 00:00

Yok mu artıran, kızıştıran?..

Gaza gelmeye, kendimizi kandırmaya olduğu kadar başkalarında yüksek beklentiler oluşturmaya da ne kadar eğilimliyiz! Tabii bu dolduruş ne kadar yoğun olursa, gerçeklerle karşılaşıldığında yaşanan hüsran da o oranda yıkıcı ve kahredici oluyor.

Paylaş
Gaza gelmeye, kendimizi kandırmaya olduğu kadar başkalarında yüksek beklentiler oluşturmaya da ne kadar eğilimliyiz! Tabii bu dolduruş ne kadar yoğun olursa, gerçeklerle karşılaşıldığında yaşanan hüsran da o oranda yıkıcı ve kahredici oluyor.Bir kulüp başkanı, hayran olunacak(!) bir özgüvenle, önümüzdeki 3 yıl üst üste şampiyon olacaklarının sözünü verebiliyor. Diğeri altta kalır mı? “Biz üst üste 5 yıl şampiyon olacağız” deyiveriyor. Sanki açık artırmadalar…Teknik adamlar da kendilerini kandırmakta; büyük hayaller, umutlar ve beklentiler yaratmakta başkanlardan ve yöneticilerden aşağı kalmıyorlar. Bu tarz meydan okuyucu konuşmalar hem yandaşların hem medyanın ilgisini çekiyor.Bir taşla iki kuş vurma durumu… Yandaşların gönlü okşanırken, medyaya da tam istediği malzeme verilmiş oluyor. “Başkan böyle konuştuğuna göre vardır bir bildiği” diye düşünen taraftar mutlu, ortalığı kızıştırmak ve gerginlik üzerinden rant elde etmek için pusuda dört gözle bu tür laflar bekleyen medya mutlu… Daha ne olsun?Böylesi desteksiz atıp tutmaların uzağında kalanlar, futbola daha farklı bir bakış açısıyla yaklaşanlar ise “hırssız”, “iddiasız”, “işe yaramaz” gibi yakıştırmalarla damgalanıyor. Tabii bu aynı zamanda, onlara pek iyi gözle bakılmadığı anlamına da geliyor. Ne de olsa sporda; işin “sağlık, oyun, eğlence, erdemli mücadele” boyutunun göz ardı edilip, atıp tutmanın ve ne pahasına olursa olsun kazanmanın prim yaptığı bir devirdeyiz. Bol keseden salla gitsin, söylenenler gerçekleşmezse de nasıl olsa buna uygun bahaneler bulmakta zorlanmazsın. Bahane bulmaktaki ustalıklarının, atıp tutmaktaki ustalıklarından aşağı kalır yanı mı var?‘TRANSFERCİ’ ANLAYIŞLA NEREYE KADAR?Peki bu iddialı açıklamaların dayanağı, formülü ne? Tabii ki öncelikle, yapılan ve yapılacak olan transferler… Bastır parayı, getir yabancıyı, al iyi yerliyi… Ardından gelsin kupalar, şampiyonluklar. Bu kadar basit yani. Takım toplama görüntüsü vermekten bir türlü kurtulamıyormuş, takımda uyum sorunu varmış, takım iyi oynayamıyormuş, bunlar kimin umurunda? Yeter ki maçlar kazanılsın.Planlı programlı bir yol tutturup biraz uzun vadede de olsa temeli sağlam başarılara ulaşmak gibi hedeflerden söz eden yok. İstikrarlı bir gidişat peşinde olduklarını söylüyorlar, ancak bunun gereğini yerine getirmiyorlar. Kıvrandırıcı bir paradoks içinde, günü kurtarmaya çalışıyorlar.Türkiye’de işler, ite kaka da olsa, hatta zaman zaman “foyalarının çıkma” durumları yaşansa da bir şekilde yürüyor. Şampiyonluklara ambargo koymuş “büyüklerin” saf dışı kalma olasılıkları son derece düşük. Yöneticiler ve teknik adamlar elbette ki bunun farkında oldukları için bu kadar rahat ve bu kadar kendilerinden emin bir şekilde “sallayabiliyorlar”.Ama tabii yol Avrupa’ya uzanınca işin rengi bir anda değişiveriyor. Harcanan bunca paraya karşın Avrupa ile ilgili hedefler, -daha önce pek çok kez boylarının ölçüsünü aldıklarından olsa gerek- çok daha mütevazı kalıyor. Şimdilerde, Avrupa’da çeyrek finale yükselmenin büyük bir başarı olarak kabul edilmesi gerektiğinden söz ediyorlar.Altyapının önemini kavramaktan uzak, “transferci” anlayış, biraz geç de olsa bazı gerçeklerin farkına varıyor anlaşılan. Aslında bu bile başlı başına önemli bir adım sayılabilir. İstikrarlı bir grafik yakalamanın ve sağlam temelli başarılara ulaşmanın yolunun her şeyden önce altyapıdan geçtiğini anlayabildikleri ölçüde hedeflere yakın olabileceklerini öğrenmeye başladıklarını umalım.
Mehmet Özyazanlar
ÖNCEKİ HABER

Bir ‘dost’ devrimci...

SONRAKİ HABER

Proteinler nasıl konuşur?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa