04 Ekim 2009 00:00

Güneş’in öfkesi yaman oldu

Kral Odisseus; Troya savaşı sonrasında başından geçenleri, savaş nedir bilmeyen Fayaklar halkının güzel prensesine, dinlene dinlene anlatıyordu... Arkadaşlarıyla birlikte gemi yolculuğu sırasında, Ölüler Ülkesi’ne bile uğramıştı. Güneş’in sığır-koyun sürülerinin yaşadığı bu adada mola vermek zorunda kalmışlardı.

Paylaş
Kral Odisseus; Troya savaşı sonrasında başından geçenleri, savaş nedir bilmeyen Fayaklar halkının güzel prensesine, dinlene dinlene anlatıyordu... Arkadaşlarıyla birlikte gemi yolculuğu sırasında, Ölüler Ülkesi’ne bile uğramıştı. Güneş’in sığır-koyun sürülerinin yaşadığı bu adada mola vermek zorunda kalmışlardı.********“”Bu adanın sahiline yakın bir mağarada, Nümfalar denen perikızları oturur; orada hora teperlerdi” diye konuşmasını sürdürdü Odisseus. “Güzel gecelerde de dışarı çıkarlar; ezgileriyle yıldızları delice coştururlar, gökyüzünü dalgalandırırlardı... Gemiyi güvenli bir yere bağladıktan sonra ‘Sakın Güneş’in koyunlarına da, sığırlarına da dokunmayalım’ diye yeniden uyardım arkadaşlarımı; ‘gemide tanrıça Kirke’nin yolluk olarak verdiği ve bize uzun süre yetecek yiyecekler de var, şarap da...’Ne var ki tam bir ay süresince denizde en ufak bir kıpırtı, bir esinti bile olmadı... Haliyle denize açılamadık; gemideki yiyecek içecekler de tükendi... Hani yeşil ot yemeye başladılar artık yoldaşlarım... Gerçekten de şarap ve ekmek buldukları sürece Güneş’in sürülerine hiç kötü gözle bakmadı arkadaşlarım. Bütün azıklar tükenince de haliyle mideleri yönlendirmeye başladı onları! Güneş’in koyunları, sığırları salına salına geçiyorlardı önümüzden gün boyu... Onlara dokunmamak için oltayla, taşla, ne bulursak avlamaya başladık: kuş, balık, tavşan... Bir ara ben de adanın içlerine doğru tek başıma yürüyüp gittim. Tanrılardan gemimizin yelkenlerini şişirecek rüzgarlar dilemekti amacım... İşte bu duygularla ormanda gezip dolaşırken yorgunluktan uyuyakalmışım... Benim yokluğumda adamlarımdan sivri akıllı Evrilohos da arkadaşlarını toplayıp; ‘Beni dinleyin arkadaşlar’ diye bir söyleve başlamış; ‘ölüm insana acı verir, hep biliyoruz... Ama ölümlerin en acıklısı da insanın göz göre göre ve sürüne sürüne açlıktan ölüp gitmesidir... Dünyada hepimize fazlasıyla yetecek bunca yiyecek-içecek varken, aç kalmanın bir anlamı yok!.. Buradaki sığırlara-koyunlara dokunmayın denmiş... Arkadaşlar, diyelim ki bunlar tanrıların sürüleri ve onlara yalnızca tanrıların yakını olan bazı soylu kullar dokunabilir... Ama bir iki sığıra el koysak ne çıkar yani? Bize günlerce yeter... Bakarsınız bu arada rüzgar da çıkar; denize açılırız. O uğursuz Troya savaşları yüzünden ölesiye buncasına hasret kaldığımız çoluk çocuklarımıza kavuşuruz! Onlara kavuşunca da yediğimiz bir iki sığıra karşılık Güneş tanrısına kurbanlar keseriz... İsterse bir tapınak bile yaptırırız!.. Gelin bu sığırlardan birini hemen ona kurban edelim. Açlığımızı giderelim... Yani tanrılar bu yaptığımıza karşılık dönüş yolculuğumuzda gemimizi batırsa ne yazar ki?... Ölür gideriz... Ama burada açlıktan sürüne sürüne ölmekten daha iyi değil mi benim söylediğim?’ O böyle konuşunca ve de açlıktan yanan midelerinin zorlamasıyla, sığırlardan birini hemen yakalayıp tanrılara kurban etmişler... Sonra da ince değneklere geçirip yaktıkları ateşlerde kızartmaya başlamışlar... İşte o anda benim göz kapaklarımdan uyku çekildi... Hemen onların bulunduğu yere doğru yönlendim... Gemiye epey yaklaşınca da burnuma yanık et kokuları gelmeye başladı. Her şeyi anladım... Öfkeden çıldıracaktım! Çünkü sözünü ettiğim mağarada oturan perikızlarından ayağı gümüş halhallı güzel Lampedi, doğruca Güneş tanrısına gidip sığırlarından birkaçını kesip yediğimizi duyurmuş... Güneş de doğruca Zeus Baba’ya gidip durumu anlatmış... Zeus da Güneş tanrısını yatıştırmak için denizde yol alırken salacağı yıldırım ve fırtınalarla bizi boğacağına söz vermiş... Tabii bütün bunları daha sonra adasına sığındığım tanrıça Kalipso anlattı bana. O da Zeus’un ulağı haberci tanrı Hermes’ten öğrenmiş...Velhasıl kesip kızarttıkları bu yasak etlerle, altı gün altı gece şölenler yaptı arkadaşlarım. Ne yalan söyleyeyim, ben de katıldım onlara! Öyle bir açlıktan sonra ne günahın ne de yasağın artık bir anlamı kalmıyormuş; onu da öğrendim! Yedinci gün Baştanrı Zeus gerekli yelleri estirince hemen gemiye atladık... Pupa yelken enginlere açıldık... Doğrusu ben de yeniden yola çıkmanın ve bütün savaşlar gibi o lanetli Troya savaşı yüzünden yıllardır ayrı kaldığım çoluk-çocuğuma ve halkıma kavuşacağım umuduyla olup bitenleri unutuverdim...”
Yaşar Atan
ÖNCEKİ HABER

Gerçeği şirin gösterme yolları

SONRAKİ HABER

Lucy’den Ardi’ye: İnsan evrimini anlamak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...