15 Ekim 2009 00:00

MERCEK

92 yıl önce gerçekleşen Ekim Devrimi’ni karalamaya dönük burjuva propagandası güncelliğini kaybetmiyor. Sadece Rusya’da Çar rejiminin ve burjuvazinin bugünkü kapitalist soytarıları...

Paylaş

92 yıl önce gerçekleşen Ekim Devrimi’ni karalamaya dönük burjuva propagandası güncelliğini kaybetmiyor. Sadece Rusya’da Çar rejiminin ve burjuvazinin bugünkü kapitalist soytarıları, sadece İngiliz-Amerikan emperyalistleri değil, onların Türk beslemeleri de intikam ateşini körüklemeye devam ediyorlar. Bir süre önce liberal etiketli Prof. Atilla Yayla, Zaman gazetesinde, Rus gericiliğinin bugünkü kuşakları tarafından sürdürülen intikam politikasını geride bırakacak gözü kara bir saldırganlıkla, cehalet kaynaklı karalamaların bir bölümünü “bilimsel görüş” etiketiyle piyasaya sürdü. Liberal çürümüşlüğün kirli bohçasından çıkarılmış bu “görüşler”in yeni hiçbir özelliği bulunmuyor. Ama “vicdan sahibi aydınlar”a ve Müslüman okur kitlesine seslenen küfrün bu prof etiketli sesi o denli pervasızdır ki, dedesinin Çarlık döneminde Moskova Polis İdaresi’nde general rütbesiyle çalıştığını ve Ekim Devrimi’ne karşı savaşta öldüğünü açıklayan Rusya’nın NATO Temsilcisi Dmitri Ragozin’in, Lenin ve devrime karşı kustuğu kini geride bırakmaktadır. Profesör Yayla, Türkiye’nin emperyalist yetiştirmesi tüm kara propagandacılarının sesine tercüman olarak, Ekim Devrimi’yle “tarihin belki de en katı ve en vahşi eşitsizliği”nin tesis edildiğini; “özel mülkiyeti kaldırıp ticaret, bankacılık ve taşımacılığı devletleştir”diğini; sistemin “tarımsal üretimi öldürüp daha önceleri Avrupa’nın tahıl ambarı olarak bilinen Rusya”nın kendini besleyemez duruma düşmesine yol açtığını; “esasen Sovyet sosyalizminin hem ekonomik bakımdan hem de diğer açılardan başarılı olup olmadığını tartışma”nın “bile abes” olduğunu söylemektedir. Ona göre “vicdanı körelmemiş, insana değer veren...herkes, bu acı tecrübenin tam bir fiyaskoyla sonuçlandığını zaten bilmektedir”(!) Ve bu okumuş-yazmış Fethullah müridi, birçok aydının “sosyalist fiyaskoyu ve Lenin gibi sorumlularını savunmaları”nı çok şaşırtıcı bulmaktadır. Gazi Üniversitesi’nin bu “kurt milliyetçi ve mukaddesatçısı”, “Sovyet sistemi de biricik olarak kalmamıştır. Bir tarafta Mussolini ve İtalyan faşizmi ile Lenin ve Sovyet sosyalizmi, diğer tarafta Hitler ve Alman nasyonal sosyalizmi ile Lenin ve Sovyet sosyalizmi arasında büyük benzerlikler ve ortaklıklar görülmüştür” diyecek kadar ‘ilim-irfan’ görmüştür! Faşistlerle nasyonal sosyalistlerin “sosyalizmin özünü” reddetmediklerini ileri sürecek kadar uzak görüşlü; tüm bu zırvaları sıralarken, kendisini “ahlaki davranış” içinde görecek kadar da “mütevazıdır”(!)
Bu “herzeler”i tamamlayan birçok başka kapitalist asalak, sermaye gazetelerinin köşelerinden ve televizyon ekranlarından işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin tarihlerinde başardıkları ve bugünkü mücadele deneyimlerinin de önemli dayanaklar bulduğu bu en büyük tarihi, politik, sosyal-iktisadi ve kültürel eylem ve değişime saldırıyı sürdürüyorlar.
Bu gözü kara küfürler, her şeyden önce sahiplerinin düzeysizliğini gösteriyor. Sosyal-politik-iktisadi olgu ve görüş adına piyasaya sürülen yukarıdaki lakırdı ve zevzeklik edebiyatını, bizatihi Ekim Devrimi ve kazanımları üzerinden, birbirini izleyecek birkaç bölüm halinde cevaplamaya çalışacağız.
TARİHİN İKİ EN BÜYÜK DEVRİMİ
1789 ve 1917, Fransız burjuva ve Ekim proleter devrimleri, tüm tarihin üzerine en fazla yorum yapılan, en fazla tartışılan olgu, olay ve konuları arasında, ilk sıralarda yer alan iki en önemli devrim olmuşlardır.
Buna, Spartakus’un adıyla birleşen kölelerin isyanından 1871 Paris Komünü’ne (70 günlük ilk proleter iktidarı), birçok başka gelişme eklenebilir. Ama bu ikisi, etkileri ve sonuçlarıyla son birkaç yüzyıllık insanlık tarihinde (buna modern tarih de diyebiliriz) özel bir yere sahiptirler. Aydınlanma ve aklın ve bilimin ışığında doğa ve toplum olaylarının irdelenmesinin önemi ve bunun üzerinden gelişen “özgürlük, kardeşlik, eşitlik” şiarlı burjuva devrimi, büyük tarihi ilerlemenin önemli köşe taşlarından biri oldu. Buna, burjuvazinin devrimci gelişmesinin sonuna geldiği ve işçi sınıfının karşısına sermaye çıkarlarının savunucusu olarak dikildiği 19. yüzyılın ilk yarısındaki başlıca Avrupa devrimleri eklendi. Ama yirminci yüzyılın başında, dünya burjuvazisinin Doğu’daki en büyük desteğini -Çarlık otokrasisi- yitirmesine yol açan sosyalist Ekim Devrimi, burjuva sınıf hakimiyetine ve onun tarafından korunan sömürü düzenine son vermesiyle, o güne dek nasıl olacağı üzerine “öngörüler”de bulunulan ve fakat gerçekleştirilemeyen yepyeni bir dünyanın kapılarını açınca, “kıyamet” gerçekten kopmuş oldu!
Bu ‘yargı’ gerçeğe o denli uygundur ki, Ekim Devrimi ve onunla inşasına başlanan sosyalist yeni toplum, yenilgiye uğratılmasının üzerinden on yıllar geçmesine karşın, burjuvazi tarafından hâlâ -denebilir ki işçi sınıfının ileri kitlelerinden de önce-, her yıl dönümünde yeniden ve yeniden gündeme getirilmekte; devrime, sosyalizme ve onun önderlerine küfrün bin türlüsüyle büyük sınıf kini ve öç alma duygusu dışa vurulmaktadır.
EKİM DEVRİMİ, SOSYALİZM ve KAZANIMLARI KARARTILAMAZ
Ekim Devrimi 92 yıl önce, nüfusunun büyük çoğunluğu (yüzde 90’a yakını) köylü olan, emperyalistler tarafından sömürü alanı ve dünya gericiliğinin dayanağı olarak değerlendirilen bir ülkede, sayıca az (3 milyona yakın) ancak 1870’lerden başlayarak mücadele içinde deneyim kazanmış ve 1905 Devrimi’nin deneyimine sahip işçi sınıfının, köylü ve asker yoksul kitlelerle birliğinin sağlanması sonucu başarıya ulaştı. Devrim, sınıf çelişkilerinin keskin, proletarya ve emekçilerin burjuvaziye karşı hareketinin ileri ve emperyalizmin en zayıf halka(ları)sında patlak verdi. Zincir en zayıf halkasından koparıldı. Birbirleriyle boğazlaşmakta yıpranmış emperyalistler, bir cephe kuvveti halinde devrime saldırmakta başarısız kaldılar. Otokrasi dağılmıştı ve Rus burjuvazisi, tüm direnmesine karşın iktidarını koruyamadı. Barış, toprak ve özgürlük eylemiyle birleşen sosyalizm özlemi ve hareketi zafer kazandı. Savaş ve devam eden iç savaşta ekonomisi iyice çökmüş, açlık ve yoksulluğun her tarafı sardığı, beşte dördünden fazlası okuma yazma bilmeyen bir küçük burjuvalar ülkesinde Bolşevik Partisi’nin öncülüğü-yol göstericiliğinde, proleter ve emekçi kitleleri, tüm düşman cephesini bozguna uğratarak iktidarı aldılar.
Rusya, Avrupa’nın en geri toplumsal ilişkilerine sahip ülkesiydi. Sanayisi dışa (İngiliz-Fransız emperyalistleri) bağımlı, proletaryası zayıf, küçük üretici ve köylü nüfusu çok ve geniş etkiye sahip, çok sayıda ezilen ulus ve azınlıkların bulunduğu bir ‘ülke’ idi. İşçi-emekçi iktidarı düşman kampın kuşatması altında, devrilmiş ve fakat eskiyi geri getirmeye istekli ve bunun için dirençleri daha da artmış sömürücü sınıfların sabotajcı politikalarıyla savaşmak zorundaydı.
Tüm nesnel zorluklara ve iç ve dış engelleyici güç ve faktörlere karşın, sosyalizmin inşasına girişildi. İşçi-köylü kitlelerine; tüm Sovyet emekçileri ve halklarına, sosyal iktisadi ve kültürel alanda, hiçbir kapitalist ülke halkının sahip olamadığı ve kapitalizm koşullarında asla sahip olamayacakları yaşam koşulları sağlandı. Sovyet işçi ve emekçileri, hiçbir kapitalist ülkede ve kapitalizm koşullarında asla söz konusu olmayacak şekilde siyasal yönetimin her kademesinde, bizzat kendileri ya da serbest iradeleriyle seçtikleri ve istediklerinde de geri alabilecekleri görevliler vasıtasıyla yer aldılar.
Üretimin ve bölüşümün kolektif ve planlı örgütlenmesinde devasa adımlar atıldı. Topraksız-az topraklı köylünün toprak talebini karşılamak üzere toprak reformu gerçekleştirildi ve köylülere toprak dağıtıldı ve bir süreç içinde köylülerin birleşik üretim çiftliklerinde üretim yapmalarının koşulları hazırlandı. Barınma, eğitim, sağlık başta olmak üzere sosyal yaşam eskisiyle kıyas kabul etmez düzeyde iyileştirildi. Eğitim ve kültür alanında cehalet, gerilik ve yozlaşmaya karşı büyük bir seferberlik başlatıldı ve süreç içinde okuryazar olmayanın neredeyse kalmadığı bir düzeye gelindi. Kadın üzerindeki baskının tümüyle yok edilmesi için maddi-sosyal koşullar yaratıldı. Kadın ve çocukların sağlıklarıyla bağdaşmaz işlerde çalıştırılmaları yasaklandı. Mutfak ve ev işleri, çocuk bakımı ve yetiştirilmesi, toplumsal hizmet olarak ele alındı. Kadınların toplumsal yaşama ve yaşamın sosyalist yeniden kuruluşuna katılmaları önündeki engellerin aşılması yolunda önemli adımlar oldular.
Ulusların kendi kaderlerine kendilerinin karar vermeleri önündeki her tür engel kaldırılarak birlikten ayrılma ve bağımsız devlet kurma hakları dahil tüm haklarda eşitlik için yasal-hukuki, toplumsal ve politik koşullar yaratıldı. Tüm ezilen uluslar geleceklerini kendi iradeleriyle belirleme hakkına kavuştular. Birlik, hak eşitliğini temel alan gönüllülük üzerinde inşa edildi. En küçük ulusal ve etnik toplulukların kendi dil ve kültürlerini geliştirmelerine olanak sağlandı. İstedikleri zaman birlikten ayrılma hakkına sahip olan eski ezilen uluslar, birliğin eşit haklara sahip üyeleri olarak birlikte yaşamaya ve kardeşleşmeye yöneldiler. Dünya gericiliği onların arasına kapitalist ırkçılığın kanlı kılıcını sokmayı başaramadığı sürece bu kardeşleşme devam etti.
Bilim ve kültürde; sinema, edebiyat, tiyatro ve müzik alanında, uluslararası normların üzerinde eserler verildi. Sanatın kitlelere mal edilmesi ve kitlelerin ruhen-zihnen gelişmeleri için sanatın yaratıcı gücünden yararlanılması yolunda büyük adımlar atıldı. Bilimsel teknik alanda çalışmalar yapan bilim enstitüleri kuruldu. Sovyet bilim insanları organik tarım, sanayi-tarım makine istasyonlarının üretimde yüksek kalite ve toplumsal ihtiyaçların en tam karşılanması anlayışıyla geliştirilmesi, bilgisayar teknolojisinin ilk biçimlerinin yapımı, işçi sağlığı için tehlikeli üretim alanlarında robot makine kullanımı çalışmaları vb. gibi daha birçok alanda büyük başarılara imza attılar. Birinci büyük savaşta ekonomisi tümüyle çökmüş bu ülkede, emperyalist dünya burjuvazisi ve Çarlık artıklarının eski cennetlerini geri getirme amaçlı kesintisiz saldırıları altında, dünyanın en ileri kapitalist ülkelerinin toplumsal gelişme düzeyini geride bırakacak bir iktisadi-sosyal ve kültürel gelişme örgütlendi.
Rus işçi sınıfının hareketi, “karakteri ve hedefi itibariyle tüm ülkelerin işçi sınıfının uluslararası hareketinin bir parçası”, özü itibariyle enternasyonalist idi. Rusya’da zafere ulaştırılması için çaba gösterilen “uluslararası sosyalist devrim davası”ydı. Lenin önderliğindeki Bolşevikler, devrimi ve sonrasındaki tüm gelişmeleri işçi sınıfının uluslararası birliğinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi amacına sadık kalarak değerlendirdiler. SSCB’de işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarı almış olmaları ve elde ettikleri sosyal-ekonomik-kültürel kazanımların teşkil ettiği örnek, Batı Avrupa işçi sınıfına güç ve moral kaynağı oldu. Sermayeye karşı mücadele yaygınlaştı. Emperyalist-kapitalist düzenin efendileri, Ekim Devrimi’nin basıncı ve korkusu altında, kendi işçi ve emekçilerini yatıştırmak için bir dizi sosyal ve siyasal hakkı tanımak zorunda kaldılar. Dünya halklarını faşizmin kanlı cenderesinden kurtarma savaşında 20 milyonun üzerinde Sovyet yurttaşı ölürken, on milyonlarcası sakat kaldı.
Proletarya ve dünyanın altıda birini kapsayan geniş topraklardaki ezilen halklar, burjuvazi ve Çarlığın sömürü ve baskısından kurtuluşla elde ettikleri kazanımları sömürüsüz yeni toplumun inşası için kullanırlarken, kuşkusuz her türlü fedakarlığı bizatihi kendi gelecekleri için yaptılar. Üretim araçlarının kolektif mülkiyetine dayanan ve sömürünün ve her türden ayrıcalığın tümüyle tasfiye edilmesini hedefleyen sosyal-iktisadi ve politik girişkenlik sürdüğü sürece, tüm kapitalist ülkelerin proletaryası ve ezilen halkların kurtuluş örneği oldular. Dünya burjuvazisi, devrimin Avrupa ve Amerika kıtalarına yayılmaması için birikimlerini her yönden seferber etti. Politik-askeri baskı ve taviz politikasına başvurarak, mücadelelerin devrime genişlemesinin önünü almaya çalıştı.
Sovyet işçi ve emekçileri, tüm zorluklara ve burjuva emperyalist kuşatmaya karşın, sınıf düşmanına karşı uyanıklığı elden bırakmadıkları sürece yenilgiye uğratılamadılar. Tüm bir “Soğuk Savaş” dönemi, aslında kapitalist dünyanın sosyalizme ve halk demokrasisi devletlerine karşı çok yönlü savaşı olarak yaşandı. Sonuçta devrimin kazanımlarının süreç içinde tümüyle tasfiye edildiği ve dünya halklarının emperyalist barbarlıkla yeniden baş başa kaldıkları kapitalist “yeni düzen” koşullarına gelindi. Ekonomide ve politikada, sosyal yaşamda ve askeri alanda işçi ve emekçi düşmanı uygulamalar hız kazandı. İşsizlik, yoksulluk, açlık, sosyal hak yoksunluğu ‘aldı yürüdü’. On yıllar boyu bir arada ve aralarında en küçük bir çatışma olmaksızın yaşayan farklı uluslardan emekçiler, kapitalist rekabetin ve pazar kavgasının yeni kurbanları olarak, emperyalist gericiliğin yön verdiği boğazlaşmalara sürüklendiler.
Ve dünyada şimdi Marx yeniden, “bugünü de gören bir kahin(!)” diye, burjuva liberalleri dahil çok geniş çevrede “tartışma konusu” ediliyor. Haklı çıktığı üzerine söylemin gücü de dahil olmak üzere, kapitalizmin çelişkilerinin derinliği ve krizin etkileri yeni devrimlerin çağırıcı sesi olarak burjuvaziyi, “Bir daha mı devrim?” korkusuyla harekete ve yeni önlemler geliştirmeye yöneltiyor. Ekim Devrimi burjuvaziye korku salmaya devam ediyor. Saldırıların hâlâ devam etmesinin kaynağında bu gerçek duruyor. (Devam edecek...)
A. Cihan Soylu
ÖNCEKİ HABER

Sakarya’da ‘duyarlı’ linççiler yine sahne aldı

SONRAKİ HABER

Türkiye’nin ilerleme raporundaki karnesi pek parlak değil

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa