17 Ekim 2009 00:00
Avrupanın yönlendirilen demokrasisi!
Hiçbir şey bitinceye kadar bitmiş değildir. Altmışlı yılların yürekleri dağlayan şarkılarından birinde Lenny Kravitz böyle diyordu: It aint over till its over.
Hiçbir şey bitinceye kadar bitmiş değildir. Altmışlı yılların yürekleri dağlayan şarkılarından birinde Lenny Kravitz böyle diyordu: It aint over till its over. Lizbon Sözleşmesi ile ilgili çekişmeyi bundan daha iyi anlatmak olanaksızdır herhalde. İrlandada 2 Ekim günü Lizbon Sözleşmesi ile ilgili ikinci referandum yapıldı. Bir yıl önce yapılan ve İrlandalıların yüzde 53ünün hayır dediği halk oylamasından sonra bu kez yüzde 60ın üzerindeki evet oyları, AB Sözleşmesini zafere taşıdı. Referandum öncesinde İrlanda halkına karşı AB Komisyonu ve Avrupalı devlet ve hükümet başkanları tarafından görülmemiş bir korkutma kampanyası sürdürüldü. Evetçi cephe, İrlandanın sermaye örgütleri tarafından da desteklenen devasa finans olanaklarıyla İrlanda halkını korkutmayı başardı. Eğer İrlanda sözleşmeyi tekrar reddederse ABden çıkarılacak, Brükselden krizi aşmak için para alamayacak ve birçok işçi daha işini kaybedecekti! Evetçilerin demagojik gerekçeleri bunlardı. Bunların hepsi basitçe dillendirilmiş, ama korkutma kampanyasının bir parçası olarak hedefine ulaşmıştı. İrlanda kapitalist krizden çok kötü etkilenmişti. Ülke ekonomisi gittikçe artan zorluklarla karşı karşıyaydı. Toplu işten atmalar gündemdeydi.
Dünya çapında kriz halen devam etmekteydi. Kaderin cilvesine bakın ki, Lizbon Sözleşmesi tam da bu krize götüren ekonomik düzeni kalıcılaştırıyor. İşyerlerinin özelleştirilmesi zorunluluğu bundan böyle de devam edecek, böylece hizmetler daha da kötüleşecek, pahalılaşacak.
Bir yandan sermayenin özgürleşmesi dayatılırken, diğer yandan da sendikaların ve çalışanların hakları tamamen tırpanlanmaktadır. Avrupa Adalet Divanının kararlarında da görüldüğü gibi, grev hakkının altı oyulmaktadır. AB Sözleşmesiyle Avrupa ülkelerine askeri silahlanma zorunluluğu dayatılmaktadır. AB sermayesinin çıkarları gelecekte daha güçlü ve gerekirse dünya çapında savaşla savunulacaktır. İrlandadaki oylamanın en ilginç yanı ise açıkça istenen doğru sonuç çıkıncaya kadar oylamaya devam edilmiş olmasıdır. Örneğin Türkiyeden AB üyeliği için demokratik standartları uygulaması istenirken, bu standartlar Avrupada resmen ihlal edilmektedir. Eğer ABnin kendisi kendisine üye olmak isteseydi, üyelik dilekçesinin geriye çevrilmesi gerekirdi; çünkü kendisi en basit demokratik standartlara bile uymamaktadır. AB elitleri, İrlandada yaptıkları gibi, seçim sahtekarlığı ve Avrupa kamuoyunun kandırılmasına oynadılar. Bunu yaparken kitlelerin etkilenmesi için repertuvarlarında ne varsa kullandılar. Medyanın bu sözleşmeyi destekleyen patronların elinde olması, çıkarlarına uyduğu için bunu desteklemesi de yetmedi; AB Komisyonu daha da ileri giderek, gazetecilere ya da gazetelere ve radyolara bu yollu yayınları için paralar ödedi. Böylece bağımsız habercilik tekerlerin altında kaldı. ABnin dünyanın diğer yerlerinde şikayetçi olduğu koşullar kendi evinde beslenmektedir. Tehditler, Avrupada Lizbon Sözleşmesini henüz imzalamamış tek ülke olan Çek Cumhuriyetine karşı da AB Komisyonu ve destekleyicileri tarafından da devam etmektedir. Devlet Başkanı Vaclav Klaus, Südet-Almanlarının 2. Dünya Savaşından sonra el konulan mallarının yeniden geri istenmeyeceğine ilişkin güvence verilmezse, sözleşmeyi imzalamamakta direniyor. Sözleşme ise ABnin 27 üye ülkesinin tümü imzalamadan yürürlüğe giremiyor. Almanya ve Fransa süreci hızlandırmak için özel çaba gösteriyorlar. Çünkü onlar, ABnin iktidar merkezi olan Avrupa Birliği Konseyindeki yeni oy dağılımından en çok yararlanan ülkeler. Küçük ülkelerin oyları azalırken büyük ülkelerin ağırlığı, ortalamanın üzerinde giderek daha da artmakta. Böylece AB, yeni sözleşmeyle sadece dışarıya doğru daha saldırgan bir tutum almayacaktır. Büyük üye ülkelerle ağırlıkları azaltılan küçük üyelerin arasında şimdiye kadar var olan oy eşitliğinin ortadan kaldırılmasıyla, Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkiler giderek daha da ihtilaflı olacaktır. Değiştirilen oy ağırlığı, durumu Türkiyenin neden hiçbir zaman AB üyesi olamayacağının nedenlerinden de biridir; çünkü Lizbon Sözleşmesine göre Türkiyeye konseyde en çok üyelik koltuğu sunulmak zorunda kalınacaktır. İşte buna Merkel ve Sarkozy hiçbir zaman izin vermeyeceklerdir. Ancak Lizbon Sözleşmesi için halen geçerli olan cümle şudur: Bitinceye kadar hiçbir şey bitmiş değildir. Silahlanmayı artıran ve dünya çapında barışı tehlikeye sokan, işçilerin sermayeye karşı var olan haklarını tehdit eden bu sözleşmenin yürürlüğe girmemesi için halen bir umut vardır.
MARTİN HANTKE - AB Uzmanı, Almanya Sol Parti