17 Ekim 2009 00:00
BAŞYAZI
Başbakan Erdoğanla ABD Başkanı Obama arasında Eylül 2009 sonunda yapılan görüşmelerde, Türkiyenin Ermenistan, Suriye ve Irakla yapılacak görüşmelerin konsepti belirlenmişti.
Başbakan Erdoğanla ABD Başkanı Obama arasında Eylül 2009 sonunda yapılan görüşmelerde, Türkiyenin Ermenistan, Suriye ve Irakla yapılacak görüşmelerin konsepti belirlenmişti.
Yine bu görüşmeler sonunda, Erdoğanın, 2009 Kasımının ikinci yarısında Beyaz Sarayda Obama ile yapacağı görüşmede de bu görüşmelerin sonucunun ele alınacağı, neredeyse açıkça ilan edilmişti.
Dolayısıyla perşembe ve cuma günü Bağdatta yapılan ortak bakanlar toplantısında, ele alınan ya da başbakanlar düzeyindeki görüşmelerin de bu ortak konsepte uygun olduğundan kuşku duyulamaz.
Dahası, bu görüşmelerde Kuzey Irakın ve PKKnin bu bölgedeki yerleşiminden Kerkükün statüsüne kadar son derece zor ve ayrıntısı kamuoyuna çok yansıtılmayan konuların gündeme geldiği, bu konuda görüşmelerin çeşitli düzeylerde, ziyaretten sonra sürdürüleceği de tartışmasızdır.
Erdoğan ve hükümetinin sürdürdüğü diplomasinin yerli yerine oturtulması için şu saptamaları yapmak doğru olur:
1- Ermenistan, Suriye ve Irakla yapılan görüşmelerin ABD ile yakın işbirliği içinde yürütüldüğü açıktır.
2- Suriye ve Irakla yapılan görüşmelerin bir boyutunu da PKKnin tasfiyesi oluşturmaktadır. Aynı nedenle de görüşmeler bölgedeki Kürt sorununu da (Türkiye, Suriye, Irak, İran) kapsamaktadır. Ve sorunun bölge çapında çözümü, bölgesel egemen güçlerin isteklerine ve ABDnin bölgeyi yeniden yapılandırma stratejisine uyumlu bir çözümünü içermektedir.
3- Hükümetin, komşularıyla iyi ilişki geliştirme amaçlı girişimleri iç politikaya, Türkiyenin kendi Kürtleriyle, Türkiyenin demokrasi güçleriyle, DTP, PKK ile çelişkilerin derinleşmesi biçiminde yansıyacağını söylemek bir kehanet olmaz. Çünkü, gerek ABD ile gerekse bölge ülkeleriyle ve Kuzey Irak Kürtleriyle Kürt sorununun çözümüne ilişkin yapılan görüşmelerde Türkiyenin ısrar noktası PKKnin tasfiyesi ve devamı olarak da DTPnin bölünüp etkisizleştirilmesidir. Muhatapları en azından tarafsız kalarak AKP Hükümetinin bu politikalarına destek vermektedir.
4- ABD elbette ki, bölgede egemenliğini sürdürme ve enerji kaynakları üstünde egemenlik amacından vazgeçmiş değildir. Ama, bu egemenliği 1990lı yıllarda ve 2000lerin başında olduğu gibi, baskı ve askeri yöntemlerle, eski müttefiklerinin başına çuval geçirerek yapmak istememektedir. Çünkü, bir yandan Irak merkezli olarak uğradığı askeri ve diplomatik başarısızlıklar öte yandan ekonomik kriz tarafından her bakımdan hırpalanmış olması ABD için büyük bir güç ve itibar yitimini getirmiştir. Bu da ABDnin Türkiyeye ihtiyacını artırmıştır. Çünkü bölgedeki en istikrarlı, en güçlü, en gelişmiş, ABDye müttefiklikte sadakatini kanıtlamış en önemli ülke Türkiyedir.
5- Ve bu gelişmeler, Türkiyenin bölgede aktif dış politikaya (Buna lider ülke, model ülke olmak da deniyor) geçmesini, hatta zaman zaman ABDnin hoşnut olmayacağı ilişkiler geliştirmesi ya da kendi isteklerini ABDye dayatma imkanlarını da artırmıştır. Dışişleri Bakanı Davutoğlunun önde gelen ideologlarından da olduğu Yeni Osmanlıcı ekolün etkinliğinin artması ve bölgedeki özellikle Müslüman ülkelere önem veren yaklaşım (Erdoğan ve partisi de bu ekolle aynı ideolojik platformdadır) AKP Hükümetini sanki batı karşıtı bir politika izliyor, Erbakan gibi İslam Birliği peşinde olduğu izlenimi uyandırsa da bu bir yanılsamadır. Erdoğan ve hükümetinin dış politika stratejisi ABDnin bölge amaçlarıyla ve Türkiyeye biçtiği rolle uyumludur.
Erdoğan Hükümetinin bölgede kısa sürede Suriye ile vizelerin kaldırılmasına, Irakla ortak bakanlar toplantısı yapma, yanı sıra yeni sınır kapıları açma ve Bağdata kadar demir yolu yapma, Kuzey Irakla ilişkileri bahara dönüştürme de atılan hızlı adımlar, hükümetin bu alanda gösterdiği performans dikkat çekicidir. Ancak, gerçekte her şey bu kadar pürüzsüz müdür?
Türkiye-İsrail ilişkilerinin birden fırtınalı bir döneme girmesi, bu aktif dış politikanın neresindedir gibi soruları yarın tartışacağız.
İHSAN ÇARALAN