18 Ekim 2009 00:00
MİNERVANIN BAYKUŞU
Mızrağı çuvala sığdırmak için uğraşırken çuvallayanlardan geçilmiyor. Cezalandırmak için, askerin eline pimi çekilmiş bombayı tutuşturarak ölümüne sebep olan komutanın avukatı, mahkemede Ağzını burnunu kırsaydı daha mı iyi olurdu? Arkadaşlarının önünde şerefi ile mi oynasaydı? diye savunma eylemiş.
Mızrağı çuvala sığdırmak için uğraşırken çuvallayanlardan geçilmiyor. Cezalandırmak için, askerin eline pimi çekilmiş bombayı tutuşturarak ölümüne sebep olan komutanın avukatı, mahkemede Ağzını burnunu kırsaydı daha mı iyi olurdu? Arkadaşlarının önünde şerefi ile mi oynasaydı? diye savunma eylemiş.
Pes yani diyorsunuz okuyunca. Özrü kabahatinden büyük... Fakat şecaat arz ederken sirkatin söyleyen yetkili-yetkisiz kıptîler son zamanlarda o kadar çoğaldı ki, hangi birine takacağınızı bilemiyorsunuz. İstanbul eski Emniyet Müdürü Celalettin Cerrahın, kesilip cesedi konteyner kenarına bırakılan Münevver Karabulutun ailesini suçlayarak, Kızlarına sahip çıksalardı demesi de hukuk tarihine geçti bile. Ceyla Önkolu parça parça edip öldüren de havan atışından filan değil elindeki tahradandı zaten; bilirkişi öyle dedi.
Bu saçmalama hakkının ve cüretinin nereden bulunduğuna akıl sır ermiyor. O lafları fütursuzca edenler, kendilerinin bu kadar akıllı, halkın o kadar ahmak olduğunu mu düşünüyorlar acaba? Sonra, bu memleketin akil insanları, adli vakaların ardından konuyla ilgili yorumlarda bulunmaktan çok, zorunlu olarak bu saçmalıkları püskürtmeye zaman harcıyor.
Fakat saçmalıklar damlaya damlaya göl olmaya devam ediyor.
Oyuncu Timuçin Esene terör uygulayarak darp eden paparazzilerin ve medyadaki avukatlarının savunmalarındaki pişkinlik de o damlalardan biri olarak görülebilir. Mealen O da sarhoştu ama, gece sokağa çıkmıştı, her gece her gece geziyor ama... ya da bir başkası için Ne işi vardı o mekanda, ünlüyse çıkmasın sokağa yoksa çekeriz, çektirmezse yıkarız abi sözleriyle kendilerini haklı çıkarmaya çalışanların, mazlumu değil zalimi haklı çıkarma korosunda itibarlı bir yer edindikleri kesin.
Disiplinsiz asker, eline verilen bombayla ölmeyi hak eder, ailelerinin sahip çıkmadığı kızların kafası kopar, gece içki içen sanatçı paparazzi terörünü hak eder...vb.
Bu nasıl bir, aba altından sopa göstermektir belli değil mi?
Polis müdürü de, medyası da, askeri de ağız birliği etmişçesine Oturun evinizde, etliye sütlüye karışmayın, emirlere itaat edin demektedirler. Sanki sokaklarda ilan edilmemiş, gizli bir sıkıyönetim var. Sanki darbe döneminde yaşıyoruz da mantıklı ifadelerin bir ehemmiyeti kalmamış. Ve sanki hangi işi yapıyor olursa olsun, hiçbir sorumlu saçmalamasının bedelini ödemek zorunda kalmayacak.
Bir distopya yazarı, bu absürdlüklerden Orwellın 1984ünü yaya bırakacak, yüzyılın en çok okunan romanını çıkarabilir mesela.
Bu noktaya geldik biz.
Toplumu ilgilendiren her konuda muhataplarının o konu hakkında düşünmesini/konuşmasını yasaklayan, sadece kendisi konuşan bir yönetim anlayışıyla, eleştiriyi mahkemelerde süründüren hukuk sistemiyle, mazlumu cezalandıran zalimi alkışlayan adalet anlayışıyla, muhafazakâr dogmaları muhakemeyle varılmış evrensel bir değermiş gibi yutturan siyasi iktidarla birlikte geldik.
Pişkinlik ve cehalet bu ortamdan buluyor cüretini.
Geçen gün Meral Tamer, Milliyetteki köşesinde yazdı; Egemen Bağış demiş ki: Türk kadınlarının siyasette önlerindeki en büyük engel, birbirleri. O konudaki dayanışma eksikliğini ben gözlemliyorum...
İyi mi?
Emniyete götürüldükten sonra ölüsü çıkanlar için yazılan polis raporlarında İntihar etti, birbirlerini vurdular ifadelerine ne kadar sık rastlanıyorsa, Egemen Bağışın gerekçesine de o kadar sık rastlanıyor. Kadınlar; siyasette yükselmelerini, tepelerine camdan tavanlar dikerek siyasete katılmalarını engelleyen başka kimse kalmamış da, birbirlerine çelme takıyorlar yani. Kadının kurdu kadınmış efendim! Rekabetin kitabını yazanların, arkalarında enkaz bırakarak yükselenlerin kadın dayanışmasının yokluğu hakkında atıp tutmasından gına geldi artık. Her neyse, konu bu değil; konu, durumlarla ilgili saçmalamalar; mazlumun ve ezilenin durumundan kendisini sorumlu tutma hastalığı.
Damlalara değil de göl resminin tamamına bakınca anlıyoruz ki, artık bütün bu saçmalamalar, üste çıkmalar, pişkinlikler, biz ne yaparsak yapalım yanlış yapmış olacağımızı iyice belleyelim diye oluyor.
Halk daima suçlu, onlar pişkin.
Suçluluk duygusu bir toplumu idare etmenin en pespaye aracı halbuki.
Ama kime ne?..
Maksat, göl daha su alsın.
NURAY SANCAR