18 Ekim 2009 00:00

NOT

Hükümet ‘Açılım’ tartışmalarını ‘Kürt açılımı’ adlandırmasıyla başlatmış, sonra ‘Milli birlik Projesi’nde karar kılmıştı… Söz konusu olan Türkiye Cumhuriyeti devleti olunca, ‘son kararın mı?’ diye sormanın alemi yoktur. ‘Son karar’, 85 yıl önce verilmemiş midir zaten!

Paylaş

Hükümet ‘Açılım’ tartışmalarını ‘Kürt açılımı’ adlandırmasıyla başlatmış, sonra ‘Milli birlik Projesi’nde karar kılmıştı…
Söz konusu olan Türkiye Cumhuriyeti devleti olunca, ‘son kararın mı?’ diye sormanın alemi yoktur. ‘Son karar’, 85 yıl önce verilmemiş midir zaten!
Yani, ‘milli birlik’, ama ne pahasına olursa olsun ‘milli birlik’…
Zora da dayansa, inkarı, asimilasyonu da gerektirse, ille de ‘milli birlik’…
Toplumun kimyası bu zorlamayı hazmetmiyormuş; ne gam, adı yeter, milli birlik denilsin de varsın yapay olsun!
Yapay bir zorlama olduğu o kadar açık ki.
Adı devletçe ‘milli birlik’ diye değiştirilen sürecin bugün yine o ilk ismiyle, yani ‘Kürt açılımı’ olarak anılıyor oluşu bile bu yapaylığın göstergesi değil mi?
Akıllarda kalan, toplumsal olarak tercih edilen, milli birlik değil Kürt açılımı oluyor.
Nedensiz ya da sadece biçimsel bir durum değil bu. Çünkü Türkiye’de yakıcı bir Kürt sorunu vardır ama gerçek anlamıyla bir ‘milli birlik’ sorunu yoktur. Tersine, ‘milli birlik’ denilen o ideolojik-politik inkarcı kurgunun kendisi sorundur…
Asimilasyonun, inkarın ambalajıdır milli birlik…
Milletin değerleri, milletin hassasiyetleri, milletin dili, milletin dini… vs… bütün bu kayıtsız koşulsuz ön kabullerle birlikte var edilen milli birlik dayatması, millet(ler)i ille de ‘bir’e indirilmesi, birilerinin de bu ‘tek millet’ diye kurgulanmış ‘kütle’ adına har vurup harman savurması ve de bütün bu oyunun itirazsız kabulünden başka nedir ki?
Bugünlerde sıkça tanık oluyoruz; söze ‘Kürt, Kürtçe yoktur’ diye başlayan ‘milli birlik’çiler, bugün artık, “isteyen kendisine Kürt desin, Kürtçe konuşsun, kimsenin bir şey dediği yok, ama hepimiz Türk milletinin parçasıyız…” söylemiyle idare etmeye çalışıyorlar.
Milli birlik çerçevesi ancak bu kadarlık ‘revize’ edilebiliyor, kimliğini isteyen Kürt yine “Türk milletinin parçası” olarak bu ‘birliğe’ razı edilmeye çalışılıyor.
“Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” şeklindeki Anayasal kayıt muhafaza edilecek ve adına açılım denilen bir süreçle Kürtler milli birliğe yeniden kazanılacak, öyle mi!
Devlet ile hayat, farklı dillerden konuşuyorlar oysa.
Milli birlik ile Kürt açılımı, birbirini yadsıyan, farklı zeminlere oturan iki tezat yönelim olsa gerektir. İkisinin iç içeliği olmaz, olamaz… Ya biri, ya diğeri!
Kürt sorununu yaratan bu ‘milli birlik’ denilen dayatmanın kendisi değil midir zaten?
Bugün Kürt açılımı ihtiyacı dayanmışsa kapıya, ‘milli birlik’ denilen o ‘kurucu’ arayış nasıl sorgulanmaz, nasıl tartışılmaz?
Yeni Anayasa mı dediniz; aman dikkat, milli birlik üzülür sonra! Kabul edildiği andan itibaren yeni bir anayasa ihtiyacını doğurmuş cunta anayasasının teminatındaysa eğer milli birliğimiz, gerisini düşünün artık…
‘Demokratik özerklik’ mi dediniz; ‘milli birlik’ ayarı bozulur, maazallah milletin hassasiyetleri ayaklanırsa...!
Kürtçe eğitim mi istiyorsunuz? Baykal daha baştan resti çekmemiş miydi, Kürtçe eğitim milli birliğimizin bölünmesi demektir diye…
Şimdi, yeni bir anayasanın, Kürtçe eğitimin hükümetçe açılım mahalinden uzaklaştırılmış oluşunun ‘milli birlik’ ismiyle çeliştiğini kim söyleyebilir ki…
Evet, dediğimiz gibi, bu ülkede bir milli birlik sorunu vardır, ama bu milli birlik dayatmasının kendisidir, mümkün olmayacak bir şeyin aranmasıdır… Çözümü, dönüp sorunun kaynağından arama açmazıdır…
Sorunları çözmemek isteyenler için milli birlik çok münasip bir anahtardır gerçekten de. Kapıları açmak için değil, değişik biçimlerde ve ama hep kilitli tutmak için…
Bir parantezle bitirelim: Tam da dolandırıcılıkları ayağına dolanmışken milliyetçilik ipine sarılan ama buradan da istikbal görmeyince çareyi ‘milli birlik’ten kaçmakta bulan zengin çocuk Cem Uzan’a siyasi sığınma hakkı tanıyan Fransa’nın bu tutumunu, “milli birlik sürecimize” aykırı davranmakla eleştirdi Başbakan Erdoğan. Ve üç PKK yöneticisini (tam da Amerikalılara yakışır bir ikna edici suçlamayla!) “uyuşturucu kaçakçısı” olarak ilan eden ABD’yi örnek gösterdi. Böyle olmak gerekir diye. ABD bu kararıyla bir kez daha Türkiye’nin milli birliğine katkıda bulunmuş oldu yani… ABD ile PKK’yi hep yan yana tasvir eden ulusalcı solcularımız da bir kez daha haklı çıkmış oluyorlar herhalde!
VEDAT İLBEYOĞLU
ÖNCEKİ HABER

KÜLT-ABLASI

SONRAKİ HABER

MİNERVANIN BAYKUŞU

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa