20 Ekim 2009 00:00

ABD hegemonyasında sona mı geliniyor?

Hem ana akım iktisatçılarda hem de radikal iktisatçılarda kötü yönetim, yanlış iktisadi politikalar ve ahlaksızlık temelinde ilerleyen bir söylem gelişiyor ve özellikle kriz finansal piyasalarda ortaya...

Paylaş

Hem ana akım iktisatçılarda hem de radikal iktisatçılarda kötü yönetim, yanlış iktisadi politikalar ve ahlaksızlık temelinde ilerleyen bir söylem gelişiyor ve özellikle kriz finansal piyasalarda ortaya çıktığı için finansal piyasalar kapitalizmin kötü yüzü olarak lanse edilip istemeyerek de olsa kapitalizmin bir bütün olarak yarattığı tahribat ve sistematik çelişkiler gizleniyor.
1980’li yıllardan sonra 2-3 yılda bir tüm dünyada etkisini gösteren bir kriz ortaya çıktığı için kriz söylemini bir kenara bırakıp 1970’li yıllardan itibaren dünyada aşırı birikime bağlı olarak bir durgunluğun olduğu söylenebilir. Aşırı üretim problemi durgunluğun yarattığı maliyetlerin reel ücretlerin düşürülmesi ve emek kazanımlarının yok edilmesiyle emekçi sınıflar üzerine yüklenmesiyle ortaya çıkmaktadır ki, bu kapitalist birikim açısından sürdürülebilir bir durum değildir. Sermaye, durgunluk eğilimini aşmak için yatırımın en esnek biçimi olan finansal alanda birikmeye başlamış ve birikim meta biçiminden bağımsızlaşarak doğrudan finansal sözleşmelerle sürdürülür hale gelmiştir. Finansallaşma dediğimiz durum budur. Dolayısıyla finansal mekanizmalarla kâr elde eden sermaye için finansal balonlar ve denetimsizlik, sistem açısından son derece rasyonel ve arzu edilen süreçlerdir. Finansal piyasalarda biriken sermayenin reel üretimi desteklemesi gerektiğini savunan ve bu nedenle denetim mekanizmalarıyla finansal alanda birikmiş sermayenin reel üretimin emrine verilmesi gerektiğini savunan iktisatçıların atladıkları nokta burasıdır. Denetim mekanizmalarıyla finansallaşma önlendiğinde durgunluk apaçık kendini gösterecektir ve çok ağır bir iktisadi bunalım ortaya çıkacaktır. Sermaye zaten kâr oranlarının düşmesini engelleyen piyasaların hem coğrafi olarak hem de derinlik olarak sınırlarına ulaşması sebebiyle finansal alana çekilmiştir. Doğal olarak finansal piyasalarda yaratılan değerlerin reel karşılıkları olmadığı için sıklıkla realizasyon problemi ya da bizim, kriz olarak adlandırdığımız durumlar ortaya çıkmış sistem her krizle birlikte sönen bir finansal balonun yerine yeni bir tane balon yaratmayı başarmıştır.
Son otuz yılda yaşanan krizlere baktığımızda sürekli kriz dinamiklerinin hakim olduğunu görüyoruz. Çevre ülkelerde 1982 Latin Amerika borç krizi, 1994 Türkiye ve Meksika krizleri, 1997 Güneydoğu Asya krizi, 2001 Türkiye ve 2002 Arjantin krizleri kapitalizmin merkezi ABD’de, 1987 ABD borsa çöküşü, 2002 yeni ekonomi balonunun çöküşü, şimdi de merkezden başlayıp çevreye yayılan subprime mortgage balonunun çöküşüyle başlayan küresel kriz. Tüm krizlerin ortak noktası, finansallaşmanın yarattığı realizasyon sorununun krizleri başlatan temel mekanizma olmasıdır. Bir diğer ortak nokta ise, finansal genişlemenin tüm kriz ve finansal balonlardan bağımsız olarak devam etmesidir. Merkez bankaları başka bir birikim alternatifi olmadığından finansal genişlemenin sürmesi amacıyla gevşek para politikalarıyla süreci teşvik etmişlerdir. Dolayısıyla hükümet ve merkez bankalarının finansal genişlemenin sürmesini teşvik edecek politikalar dışında izleyebilecekleri başka bir alternatifleri yoktur. Bu nedenle bu krizin kapitalizmin sonunu getireceğini savunmak ya da Keynesyen denetim mekanizmaları ve devlet müdahalelerinden medet ummak çok gerçekçi bir yaklaşım değildir.
Zamanlama açısından bir tahmin yürütmek olanaksız da olsa, ABD hegemonyası altındaki dünya kapitalizminin finansal genişleme süreci giderek sürdürülebilirliğini yitirmektedir. Arrighi’nin formüle ettiği gibi belli tarihsel dönemlerde dönemin hakim hegemonik gücünün finansal genişleme aşamasında bir başka ülkede maddi temelli bir birikim rejimi ortaya çıkmaktadır. Tarihsel olarak Hollanda’nın finansal genişleme döneminde İngiltere, İngiltere’nin finansal genişleme döneminde ABD maddi temelli bir birikim rejimi yaratarak kapitalist sistemin hegemonik gücü konumuna yükselmişlerdir. Meseleye bu açıdan bakıldığında maddi temelli bir birikim rejimi oluşturarak kapitalizmin bir sonraki hakim gücü olmaya en yakın ülke Çin’dir. Irak Savaşı sonrası siyasi anlamda, küresel kriz sonrası ise iktisadi anlamda ABD’nin gücü iyiden iyiye zayıflamıştır. Ortada şişirilecek bir finansal balon kalmadığında, dünya finans sistemi çöktüğünde, doların uluslararası para özelliği ortadan kalktığında elbet bir ülke ABD’nin yerini alacaktır. Yaşanan tarihsel deneyimlerden bu sürecin çok sancılı geçeceği anlaşılmaktadır. Yaşanacak olası bir sancılı dönem, sistem karşıtı hareketlerin güçlendiği ve aynı zamanda bu hareketlerin sağlıklı bir örgütlenmeyle hareket edebildiği bir süreçle beraber ortaya çıkarsa, gelecekte daha adil ve insanca bir sistem hayalden çıkıp gerçek olabilir.
KERİM ESER AFŞAR - DEÜ İİBF Araştırma Görevlisi
ÖNCEKİ HABER

Sessizim, sessizsin, sessizler

SONRAKİ HABER

Açılım testi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa