22 Ekim 2009 00:00
AVRUPA GERÇEĞİ
17 Ekim, Dünya Yoksullukla Mücadele Günü idi. Bir kez daha yüz milyonlarca insanın içinde yaşadığı sefalet lafta da olsa gündeme geldi, çözüm bulunması istendi.
17 Ekim, Dünya Yoksullukla Mücadele Günü idi. Bir kez daha yüz milyonlarca insanın içinde yaşadığı sefalet lafta da olsa gündeme geldi, çözüm bulunması istendi.
Birleşmiş Milletler başta olmak üzere çeşitli uluslararası kurumlar, her yıl yeryüzündeki açların sayısını düşürmekten söz ederken, sayı aksine artıyor. Yani onlar yoksulluk azalsın, yarılansın derken, yoksullar ordusu büyüyor.
Yani ortada garip bir durum var.
Bu garip durumu sözünü ettiğimiz kurumların kendisi her yıl yaptıkları açıklamaları alt alta koysa kendileri de göreceklerdir.
Peki sözde en etkili görünen uluslararası kurumlar açlığın yarılanmasını isterken, nasıl oluyor da tersi yönde gelişmeler meydana geliyor?
Demek ki, dünya ekonomisine, siyasetine yön veren bu türden örgütlerin kötü gidişatı durdurma diye ciddi bir derdi bulunmuyor. Bulunsaydı, rakamlar onların söylediği yönde küçülürdü.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) açıkladığı son rakamlar, gezegenimizde açlığın geldiği yeri çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Buna göre, açlıkla karşı karşıya olan insanların sayısı 1 milyarın üzerine çıkmış bulunuyor. Yani dünyada yaşayan her altı kişiden biri aç. Bu, 1970den bu yana en yüksek rakamı ifade ediyor.
Demek ki; insanlar arasındaki sefalet, hem de bundan 20 yıl önce Berlin Duvarının yıkılmasıyla ilan edilen kapitalizmin nihai zaferiiyle birlikte artmaya devam ediyor.
Aç kalanların yüzde 70i çocuklar ve kadınlar.
Bu kişilerin günde 1 avrodan daha az geliri bulunuyor.
Ortada insanlık açısından korkunç bir tablo bulunuyor:
Çocuk ölümleri almış başını gidiyor. Her 5 saniyede bir çocuk açlıktan ölüyor.
Yılda beş yaşından küçük 11 milyon, günde 300 bin çocuk ölüyor ve bunların yarısının ölüm nedeni yetersiz beslenme ve açlık.
Her gün 20 bin insan açlıktan ölüyor.
Dünyanın 29 ülkesinde açlık ciddi boyutlara ulaşmış, yüz binlerce insanların yaşamını tehdit eder duruma varmış bulunuyor.
Dikkat çeken başka bir nokta da; geçen yılla kıyaslandığında 100 milyon insan daha açlığın pençesine düşmüş. Bunun başlıca sebebinin ekonomik kriz olduğu belirtiliyor.
Yani; krizin faturası dünya ölçeğinde kendisini açık bir şekilde hissettiriyor ve açlar ordusunun büyümesine, ölümlerine neden oluyor.
Açlık, günümüzde sadece geri bırakılan, sömürülen ülkelerin sorunu değil. En zengin kapitalist ülkelerde de geçmişe göre açlık ve yoksulluk yıldan yıla artıyor.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde 15 milyon aç insan yaşıyor.
Örneğin, Avrupanın en zengin ülkesi Almanyada halkın yüzde 18i yoksul.
Bu yoksulluk hali elbette ülkeden ülkeye değişiyor. Kimisinde başını koyacak bir yuva, sıcak bir öğün yemek bulamamak yoksulluğu ifade ederken, kimisinde de insanca geçinebildiği bir gelire sahip olamamak, ihtiyaç duyduğu büyüklükte bir konutta oturamamak ya da ihtiyacı olan giysileri alamamak olabiliyor.
Bu yüzden açlık ve yoksulluk sınırı, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik-sosyal gelişim düzeyi ile doğrudan bağlantılı.
Ama nereden bakılırsa bakılsın, bilim ve teknikteki gelişmeler yeryüzünde hiç kimsenin aç yatmadığı bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyor. Örneğin yapılan tahminlere göre üretim araçlarının gelişmişliğinin geldiği düzey, gezegenimizde 12 milyar insanın karnını doyurabilecek seviyeye ulaştığı halde, her gün 300 bin çocuğun ölmesi, içinde yaşadığımız kapitalist düzenin ne kadar da barbar ve de acımasız olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Zenginlerin daha zengin, yoksulların ise açlıktan ölüme terk edildiği günümüzde baş sorumlunun aşırı kâr ve sömürüyü esas alan kapitalist sistemin kendisi olduğunu söylemeye gerek bile yok. Milenyum yılı olarak ilan edilen 2000de 2015e kadar açlıkla karşı karşıya olan insanların sayısının yarıya düşürülmesi hedeflendiği halde, açların sayısının azalma yerine artması günümüzün egemenlerinin açlıkla mücadele diye bir derdinin olmadığını ortaya koyuyor. Bu yüzden, açlığın ve yoksulluğun olmadığı, hiç kimsenin aç yatmadığı yaşanılabilir bir dünya için mücadele, bugün her zamankinden çok daha büyük bir önem kazanmış bulunuyor.
YÜCEL ÖZDEMİR