23 Ekim 2009 00:00

İnkar edilemeyecek kadar sahici

Altın Portakal’da En İyi Film ödülü paylaştırıldı ya, aslında En İyi İlk Film ödülü de paylaştırıldı.

Paylaş

Altın Portakal’da En İyi Film ödülü paylaştırıldı ya, aslında En İyi İlk Film ödülü de paylaştırıldı. Çünkü İki Dil Bir Bavul’a verilen ödülde, bugüne kadar memleketi yönetenlerin tamamının payı var. Hiç alçakgönüllülük yapmasınlar.
İşin içinde iki dil bir de bavul varsa, orada 60 hükümet de var. 20 milyon da Zülküf, hikayesi anlatılan...
Yılın en merakla beklenen filmlerinden biri olan İki Dil Bir Bavul, bugün itibariyle sinemalarda izlenebilecek. Az sayıda sinemada, mütevazı bir kopya sayısıyla yola çıksa da, gerçeği anlatmanın gücü var arkalarında. En büyük umudumuz o.
Filmin konusunu belki duymayanlar kalmıştır diye tekrar edelim. Bir okulda geçen bir yılın hikayesi. Daha çok, ilk görev yeri olan Urfa’nın Siverek ilçesinin Demirci köyüne atanan Emre öğretmen’in yaşadıkları. Ama en az onun kadar Zülküf’ün, Rojda’nın da hikayesi tabii.
Yönetmenleri pek vurgulamayı sevmiyorlar ama özellikle hatırlanması gereken şey, İki Dil Bir Bavul’un başından sonuna kadar bir belgesel olması. İzlediklerimizin tamamı gerçek kişiler; kendi hayatlarını oynamayan, yaşayan kişiler. Onlara bir şeyler yapmalarını söyleyen bir yönetmen, bir senaryo yok.
Ama filmin en büyük numarası burada yatıyor zaten. Yönetmenler Özgür Doğan ve Orhan Eskiköy, ne bulacaklarını harfi harfine bilerek o köy okuluna kameralarını kuruyor ve beklemeye başlıyorlar. Olacakları bekliyorlar, bildikleri, olacakları. Bu topraklarda 85 yıldır yaşanan, her Kürt köyünde yaşanan filmin bir tekrarı, bir Kürt köyüne atanan her genç öğretmenin yaşadıklarının bir tekrarı olacak karşılarındaki. Bu kez farklı bir şekilde gelişmesi için hiçbir neden yok. Siverek’in Demirci köyündeki Denizlili Emre Aydın da aynı filmi bir kez daha, sonuncu olmayan bir sefer daha yaşıyor...
Acaba nereden biliyorlar? Bu soruyu aslında ne kadar çok kişi sorarsa, o kadar iyi. Çünkü, bu kadar sık yaşanan bir olayın, her Kürdün başından geçen bu yaşam deneyiminin hâlâ herkes tarafından bilinmiyor olması, zaten İki Dil Bir Bavul’un varlık nedeninin kendisi.
Vartolu Özgür Doğan, biraz da kendi deneyimlerine dayanan bir öyküyü, okuldan arkadaşı Orhan Eskiköy’le birlikte çekmeye karar verdiğinde, ne Emre’yi tanıyordu ne Zülküf’ü. Ama oradaydı, orada bulunmuştu, kendisi yaşamıştı, onlarcasını dinlemiştiler.
Anlamını bilmeden “Ne mutlu Türküm diyene” cümlesini okumaya çalışan; her gün Andımız’da, yine söylediği şeyin ne olduğunu fark etmeden “varlığını Türk varlığına armağan eden” çocuklar, Demirci köyüne özgü değil ki...
Kürtçeden başka dil bilmeyen küçücük çocuklara okumayı öğretmeye çalışan öğretmen, yaptığı şeyin tuhaf çelişkisinin farkında. Ama elinden bir şey gelmiyor; çocuklara Türkçe öğretmekten, Kürtçeyi yasaklamaktan başka. Onu yapmazsa, hiç işini yapamayacak çünkü. Çocukların da elinden tabii ki bir şey gelmiyor, onlar da bilmedikleri bir dilde kendilerine “Söylediklerimi anladınız mı?” diyen bir öğretmeni dinlemek zorundalar. Çünkü evde, anne babaları onlara, tabii ki anadillerinde, Kürtçe olarak öğretmenlerini dinlemelerini söylemiş.
Ders yılının başında “Senin adın ne” sorusuna cevap verecek kadar bile Türkçesi olmayan çocuklar var. Yıl sonunda, öğretmenin niyeti, en azından Türkçeyi çocuklara öğretebilmek. Aradan zaman geçiyor, artık yavaş yavaş okuma sökülüyor. “Aile” gibi zor bir kelimeyi okuyor öğrenci. Onun için de öğretmen için de sevindirici olabilecek bir sahne. Ama Emre öğretmen de vazgeçmiyor işte, soruveriyor: “Senin ailen var mı?” “Hayır.” “Nasıl hayır lan?”
İşte bu, öğrenmiş halleri. Çünkü sene başında “Na” diyorlardı...
Bir gerçek ancak böyle insanın yüzüne çarpabilirdi. Bir film, ancak bu kadar gerçek olabilirdi. Çünkü İki Dil Bir Bavul, bir köyde çekilen kamera kayıtlarından başka hiçbir şey içermiyor. Bir anlatıcı yok, müzik yok, bize tarihi ya da başka bir şeyi bildiren yazılar yok. Hiçbir şey yok, orada yaşananlardan başka. İşte bu gerçeğin çıplaklığı, filmin en güçlü yanı. Çünkü bu filmi izleyip de anlatılanları inkar etmek mümkün değil. “Yalan söylemiş” demek mümkün değil, “abartmış” demek mümkün değil.
Bu film kadar gidip izlenmesi gereken bir film daha yok. Hele bugün, hiç yok!..
cagdas@evrensel.net
Çağdaş Günerbüyük
ÖNCEKİ HABER

İki dil, birkaç çocuk ve bir ülke

SONRAKİ HABER

ÖZGÜRCE

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...