25 Ekim 2009 00:00

ÖZGÜRLÜK

Yazamadığım günler olur. Tembelliğim üzerimdedir, yazamam; önemli bir başka işim vardır, yazamam; kendimi özgür hissetmem, yazamam.Bugün de kendimi özgür hissetmiyorum, çünkü tehdit ediliyorum. Yazıyorum, çünkü tehdit karşısındaki isyanımı ifade ederek özgürlüğüme sahip çıkmak istiyorum.‘Kürt’ sözcüğünün, ‘Türkiye’de Kürtler vardır’ demenin suç sayıldığı yıllardı.

Paylaş

Yazamadığım günler olur. Tembelliğim üzerimdedir, yazamam; önemli bir başka işim vardır, yazamam; kendimi özgür hissetmem, yazamam.
Bugün de kendimi özgür hissetmiyorum, çünkü tehdit ediliyorum. Yazıyorum, çünkü tehdit karşısındaki isyanımı ifade ederek özgürlüğüme sahip çıkmak istiyorum.
‘Kürt’ sözcüğünün, ‘Türkiye’de Kürtler vardır’ demenin suç sayıldığı yıllardı. Sanırım 1990’ların ortasına yaklaşmıştık, İstanbul’da ‘Kürt sorununu’ gündeme getiren geniş katılımlı bir toplantıya konuşmacı olarak katılıyordum ve yasaklar aleminde bir mayına basmadan konuşabilmenin sırrını arıyordum.
Yaşar Kemal’in açılış konuşması bana ilham verdi: Türkiye’de 15-20 milyon Kürt yaşar dedi konuşmasında. Ben de “Yaşar Kemal bir şey söylüyorsa doğrudur. Yaşar Kemal bu ülkede ‘benim gibi olmayan’ 15-20 milyon kişinin yaşadığını söyledi. Ben de merak ettim, ‘benim gibi olmayanların’ hangi yasal düzenlemelere tabi olduklarını araştırdım. Şimdi sizlere bu düzenlemeleri okuyacağım” diye başladım konuşmama. Ve önümde Medeni Kanun’dan, Nüfus Kanunu’ndan Ceza Kanunu’na kadar tüm yasa metinleri, dinleyicilere okuyorum : “Benim gibi olmayanlar’ kendilerinin kim olduklarını söyleyebilirler mi? Ceza Kanunu madde şu…söyleyemezlermiş. ‘Benim gibi olmayanlar’ ‘benim konuştuğumdan başka bir dili’ konuşabilirler mi? Anayasa madde şu…konuşamazlarmış. ‘Benim gibi olmayanlar çocuklarına benim çocuklarıma koyabileceğim adlardan başka ad’ verebilirler mi? Nüfus Kanunu madde şu…veremezlermiş”. Konuşmamı hiçbir yerinde Kürt sözcüğü kullanmadan, belli bir sistematik içinde sadece yasa metinlerini okuyarak tamamladım. Yanlış anımsamıyorsam tüm konuşmacılar hakkında soruşturma açıldı, ben hariç… Çünkü o yıllarda ‘benim gibi olmayanlar’ demek ve yasa metinlerini okumak suç değildi!
Aradan yaklaşık on beş yıl geçti. Kürt sorununun ve barışın tartışıldığı, sözden öte fiilen barış süreci işlemeye başladığı günümüzde, bu süreci gönülden destekleyen ben tehdit ediliyorum.
Başbakan, süreci cesaretle ve inceden inceye düşünerek planlayan sorumlu Bakan ‘gösteriler bu şekilde tekrarlanırsa başa döneriz’ diyorlar. Gösterilerden Türkiye’ye dönen ve kendilerine ‘barış elçisi’ diyenleri karşılayan on binlerce kişinin heyecanlarını, umutlarını ifade ettikleri biraradalıkları kastediliyor.
Barış sürecinin kolay olmayacağını herkes biliyor. Savaşı barışa tercih ettikleri için sürece şiddetle karşı çıkacakların bulunacağını hesaplayamayan zaten baştan kaybeder. Türkiye’ye girenlerin tutuklanmadığı günlerde kimilerinin ‘örgüt üyesi olmakla’ suçlanarak gözaltına alınıp sonra tutuklanarak yargılanmalarını, taş atan çocukların örgüt üyesi olmaları gerekçesiyle mahkum edilmelerini, tüm bunları ve benzeri uygulamaları barış sürecini tıkamış olgular olarak görüp küserek barış sürecine sırtlarını dönenler de baştan kaybederler.
Barış sürecinde yürünen yol Beyoğlu’nun İstiklal caddesi değildir. Karşı koyuşlar, iniş çıkışlar, kızgınlıklar, öfkeler, sevinçler, heyecanlar, coşkular, karamsarlıklar, umutlar, nefret, kin, sevgi, anlayış, duygularımızı ifade biçimlerinde kimilerimizi rahatsız eden, kimilerimizin kabul edemeyeceği, kimilerimizin hoşgörüyle karşılamayı reddedeceği durumların belirmesi barış sürecinde yürüdüğümüz yolun zeminidir.
Televizyon haberlerini, ekranlardaki tartışmaları, gazete manşetlerini, köşe yazarlarını izliyorum, okuyorum. Büyük çoğunlukla gösterilerin ‘resmi düzenini ve kurallarını belirlenmeye çalışıyorlar: Türkiye’ye dönenlere ‘teslim oldular’ denecek , biiir; ‘onların PKK üyesi, terörist oldukları vurgulanacak, ikiii; karşılamada hazır bulunmaları kabul edilebilecek önceden belirlemiş kişiler dışında hiç kimse, hele hele on binler asla karşılamaya gitmeyecek, üüüç; karşılamaya gidenler asla kimliklerini, Kürt olduklarını vurgulamayacaklar, dööört; bir-iki kerelik kalabalık karşılamaya ya da gösteriye hoşgörü gösterilse bile, karşılayan ya da gösteriye katılanlar kendilerine simge seçtikleri renkleri kullanmayacaklar, beeeş; karşılayanlar ya da gösteriye katılanlar arasında Öcalan posterleri açanlar, PKK sloganları atanlar olursa kalabalık onları anında sindirecek, altııı; Türkiye’ye dönüş ve gösteriler, hatta barış sürecinin kendisi hiçbir biçimde (ne demekse) siyasi şova dönüştürülmeyecek, yediii.’
Özetle, ‘benim gibi olmayanlar’ sevinçlerini, umutlarını, heyecanlarını, coşkularını, duygularını ‘benim belirlediğim gibi’ gösterecekler. Benden bunu kabul etmem isteniyor.
Kabul etmezsem ne olur ?
Barış sürecine karşı çıkanların ‘vatan haini’ yargısına aldırmıyorum.
Barış sürecini anlayamayan ama desteklermiş görünen o, empati kavramını, yani karşısındakini onun kendi dünyasında tanıma ve anlayabilme becerisini kullanmayı çok sevenlerin birden tüm ansiklopedik bilgilerini unutmaları da beni barış yolunda tereddüde düşürmüyor.
Ama, barış sürecini cesaretle ve kararlılıkla başlatan siyasi irade, ‘benim gibi olmayanlar, bu süreçte benim belirlediğim gibi davransınlar anlayışı kabul edilmezse başa döneriz’ dediğinde beni tehdit ediyor.
Barış sürecinden geri dönme tehdidi beni tehdittir.
Siyasi irade tehdidini geri almadıkça kendi meşruiyet temelini sorgulattırır.
Beni tehdit etmeyin.
Sindirilmeyeceğim.
YÜCEL SAYMAN
ÖNCEKİ HABER

ABAKÜS

SONRAKİ HABER

Görme engelliler imza hakkı için yürüdü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa