31 Ekim 2009 00:00

YOLCULAR İÇİN EL AYNASI

Bir yolcu gördüm,

Paylaş

Bir yolcu gördüm,
Her yolcunun bildiği, bilmekle kalmayıp irili ufaklı izler bırakmaya gayret ettiği o patikaya düşmüştü yolumuz.
Dik bir yamacın eteklerine varınca yaşlı bir ağaca dayandım, o da tıpkı benim gibi ağaca yaslandı, derin nefesler alıp vermeye başladı. Çok geçmeden göğüs kafesimdeki kuş yatıştı, yeniden yürüdüm. Gözlerim, buralardan daha önce geçenlerin izlerine aldırmadan attığım adımlara takılmıştı, aklımda sadece bastığım yer ve yürüdüğüm yol vardı.
Galiba bu yüzden bana ne zaman yetiştiğini görmedim. Birlikte yürüyüp yürümediğimizi fark etmediğim gibi önüme ne zaman geçtiğini de bilmiyorum. Peşinden giderken buluverdim kendimi. Çok uzun zaman onu izlemekle geçti.
Neyin peşinden sürükleniyordum, neydi beni onun arkasından çekip götüren bilmiyorum. Kendi başıma buyruk onca yol aştıktan sonra nasıl olmuştu da bu bildik esarete düşmüştüm anlaşılır gibi değildi.
Çok geçmeden ağır bir tedirginlik bulutunun ruhumu sardığını fark ettim. Bu duygudan kurtulmak bir yana, bütün dünyamı kuşatmış karanlığını aralamak için bile mecalim yoktu.
Şimdiye kadar karşıma çıkan yolcuların, birlikte alemi seyrettiğim yoldaşların hiçbiri böylesine beyhude bir çabanın eşiğinde koyup gitmemişti beni.
Arkasından ayrılamıyordum. Doğrusu çok yer geziyor, çok yer görüyorduk birlikte ancak geçtiğimiz yolların hiçbiri bir diğerine benzemediği halde, girdiğimiz her kentin bir öncekinin aynısı olduğunu kaygıyla fark ettim günün birinde.
Vardığımız her kentte adımlarını ürkek atması, etrafına bakmadan, sanki işitmeye çalıştığı bir ses varmış gibi gözlerini kapatıp dinlemesi, cevabını sonradan öğreneceğim bir soru yarattı zihnimde.
Kentlere girer girmez gözlerini kaldırımlardan, kaldırımlarda biteviye akan hızlı adımlarından hiç ayırmıyordu. Sadece ve sadece, ruhsuz caddelere, meydanlara, binalara, tekdüze duvar ilanlarına, otoparkların manasız renk kalabalığına, trafik ışıklarına, bulvarlara, geçitlere velhasıl gittikçe birbirine daha çok benzeyen dünyanın tüm şehirlerinin aynılıklarına bakmak için başını kaldırıyor, sadece onları görüyordu.
Sanki her yerde var olan bu sıradanlıkları bir kere daha, bir kere daha, bir kere daha görmek için kat ediyordu onca yolu. Bu gidişle bu nafile yolculuklar ne bir yere ulaşacaktı ne de biz yollarda feraha erebilecektik.
“Dünyanın en olmadık köşelerinde karşıma çıkan aynılıklar benim de varlığımın kanıtıdır,” dediği gün aradığım sorunun cevabını buldum: Varlığını kanıtlamak için, önceden bildikleriyle, gördükleriyle, tanıdıklarıyla mütemadiyen karşılaşmak onu teselli ediyordu.
“Bana bir hatıra bırak,” dediği sabah ayrılma vakti gelmişti. “Benim için sakladığın en değerli şey hatıran olsun.” dedikten sonra gözlerimin içine bakarak beklemeye başlamıştı.
Bırakabileceğim tek şey, gittikçe artan tedirginliğimdi, memnuniyetle kabul etti.
O yoluna devam ederken, ben kaldım.
ÖZCAN YURDALAN
ÖNCEKİ HABER

Üzerine düşünüp konuşacak filmler

SONRAKİ HABER

Çobanoğlu’nun Arabesk’i

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa