02 Kasım 2009 00:00
EVRİM/DEVRİM
Şu ıslak imza sorunu baştan ayağa önemli, ama olan bitenin iki asıl önemli yanı var.
Şu ıslak imza sorunu baştan ayağa önemli, ama olan bitenin iki asıl önemli yanı var.
Bir: Neden? Neden aylar sonra, ıslak imza ortaya çıkarak, varılmış uzlaşma bozuldu? Neden bulundu bu imza? Kimsenin haberi olmadan, öyle denk geldi bulundu diye düşünmenin saflık rekoru kırmak demek olacağı açık. AKP yönetim katına yükseleli beri bir çatışma var ve tarafları belli. Olmadık şeyler oluyor! Hiç görülmedik belgeler bulunuyor! Hani deniyor ya, ezberler bozuluyor diye liboş kavramıyla, onu andırıyor: Askere kimse ağzını açamazdı, dalga geçenler bile türedi. İçerden sızıntı olmazdı, fırtınada karşılıklı açık pencereler gibi, püfür püfür. Sadece dayatırdı, şimdi dayatılıyor ve savunmada.
Üzerine varan var. Bu yalnızca AKP olabilir mi? Kendi başına AKP, emniyete sızmış ya da daha fazlası, ele geçirmiş Fethullahçılarla askerle bunca başa çıkabilir mi? Konjonktür önemli, ama geçelim. Böyle olsa daha ilk darbe girişimi başarıya ulaşırdı. ABDnin doğrudan örgütlemeyip yeşil ışık yaktığı 27 Mayıs türü darbeler bile daima başarılı oldu. Hayır dedikleriyse başarısız. Bölgeye yönelik bunca strateji tazeleyen, Ortadoğu ve Kafkasyada bunca stratejik çıkarları olan Amerikalı emperyalistlerin Türkiyenin nasıl yönetileceği sorununa hiç karışmayacağı, esen rüzgara göre davranacağı ve ne yapalım kadermiş! diyeceğini düşünebilmek için herhalde ancak Tarafçı olmak gerek!
Nedenin yanıtı burada olabilir. Yalnızca AKPnin değil ABDnin de işine gelmeyen bir sorun, en azından bir ayak sürçmesi olmalı. Büyükanıt zamanında 5 Kasım Washington zirvesinde anlaşılmıştı. Sonra Ergenekonun ardından anlaşma yenilendi. Peki yeni ne oldu? Asker eski mevziinde durmamasına rağmen neden üzerine varılıyor? Badem bıyıklı bir yeni genelkurmay başkanı mı isteniyor? Buna herhalde ne AKPnin gücü yeter ne de ABD ister! Neden öyleyse? Kürt planında ayak sürçme olabilir mi? ABD planı ortaya koymuşken, MGKdan devlet politikası açıklaması yapılmışken, ertesi gün kendi ayrı pozisyonunu açıklamak mı? Öyle mi?
Ve ikinci önemlisi: Kim yönetiyor? Başbuğ, 29 Ekim mesajında ordu üniter devletin teminatıdır diyor; A. Altan yükleniyor: Hâlâ kendini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Parlamentosunun üstünde görüyor. Devletin idari yapısının nasıl olacağına Parlamento karar verir. Parlamento isterse, federasyon olalım kararı alırmış! Aç tavuk kendisini buğday ambarında sanırmış! Hangi parlamenter Türkiyeyi kendisinin yönettiğini düşünüyor? Elini kaldırıp indirmek dışında, kim, örneğin ıslak imzalı belge türünden belgeler hazırlayabilir, ülkeyi yönetirken kullanmak üzere? Parlamentonun bir yönetsel kağıt parçası bile hazırladığı görülmüş, duyulmuş mudur?
Devlet nereden yönetilir? Parlamentodan mı? Ama silahlar ordunun elinde! Ve süngünün üzerine oturulamaz! Süngü ve tüfeğe, sadece konuşup duranlar nasıl kumanda edecekler? Bu olanaklı mı? Devletin başlıca işlevi nedir? Silahla yerine getirilebilecek olan baskılamak değil mi? Parlamento örneğin PKKyi nasıl baskılayacak, onunla nasıl mücadele edecek? Burjuva demokrasilerinde ve ona benzer rejimlerde parlamentolar gelip geçicidir ve görünüşü kurtarırlar; ama silahlı ve silahsız bürokrasi olmadan hiçbir devlet işi yürümez. Bir de, bunca uluslar arasılaşma koşullarında, tabii ki büyük emperyalist devletler.
Herkes o nedenle ordunun üzerine titriyor. Generalleri beğenmeyen Tarafçılar bile! En demokrat geçinenin de orduya ihtiyacı vardır. Parlamento yönetiyor diye safları aldatmak için konuşurlar, ama sadece sivil bürokrasiyle bile yönetilemeyeceğini bilirler. Hele Türkiye gibi devlet ve ordu-millet geleneğiyle övünen bir ülkenin! Kurmay odaları ve kulisler, sonu gelmez, labirent benzeri koridorlardan yönetilir ülkeler. Hitler gibi bir sivil silahlara kumanda edebilir, ama parlamento değil!
MUSTAFA YALÇINER