05 Kasım 2009 00:00
BAŞYAZI
12 Eylül cuntasının YÖKü kurmasının üstünden 28 yıl geçti.
12 Eylül cuntasının YÖKü kurmasının üstünden 28 yıl geçti.
28 yıldan beri, her 6 Kasımda, bu ülkenin üniversite öğrencileri, duyarlı öğretim üyeleri, ilericileri, devrimcileri, demokratları; az çok üniversite özerkliğinden, bilim özgürlüğünden yana olan herkes, YÖKe hayır! sloganıyla, YÖKün kaldırılması gerektiğini yeniden yeniden dile getiriyorlar.
Bu 6 Kasımda da (yarın) üniversite öğrencileri, öğretim üyeleri, yardımcıları, YÖKe karşı kesimler, bu isteklerini yeniden eylemlerle, basın açıklamalarıyla, gazetelere verdikleri demeçlerle ve yazdıkları makalelerle dile getirecekler.
Ama bütün bu isteklere karşı YÖK, olup biteni umursamadan, cuntanın belirlediği yoldan yürümeye devam edecek.
Bugüne kadar bütün partiler, muhalefetteyken, iktidara geldiklerinde ilk yapacakları işin YÖKü kaldırmak, üniversiteyi bu utançtan kurtarmak olduğunu meydanlarda bağırmışlardır. Ama iktidara geldikten sonra onlar da, YÖKün nimetlerinden yararlanmaya koyulmuşlardır. Bu yüzden de YÖK Yasası, kimi ufak tefek değişikliklerle, özü ve asli karakteri değişmeden bugüne kadar gelmiştir. Bugün de AKP Hükümeti, üniversiteye egemen olarak, ülkenin gelecekteki entelektüel yaşamını belirleyecek girişimleri YÖKü kullanarak yapmaktadır.
Cunta bu yasayı yaparken, 1960 ve 70li yıllardaki devrimci ve demokrat öğrenci hareketinin yükselişine; üniversitenin özerk ve az çok demokratik bir ortama sahip olmasına ve öğrencilere, materyalist bir dünya görüşü çerçevesinde materyalist bir bilim öğretildiğine bağlamıştı.
Bu görüşten kalkan cunta, YÖK Yasasını çıkarırken;
1-) Üniversite öğrencilerini, polis ve üniversite idaresi aracılığı ile zapturapt altına almayı,
2-) Üniversitedeki az çok materyalist temelli bilim eğitimi yerine idealizm ve dinin etkisini artırarak, Türk-İslam sentezci dünya görüşü etrafında üniversiteyi ve üniversite eğitimini yeniden temellendirilmesi amaçlandı.
Böylece; milliyetçi, dine ve devletine bağlı, eleştirmeyen; özgürlük ve demokrasi mücadelesine, emekçilerin ve halkın sorunlarına ilgisiz, bireyci, köşe dönmeci, piyasacı, kaderci bir gençlik yetiştirmek amaçlandı. Özelleştirme, eğitimin paralı hale getirilmesi; üniversitenin sanayi ve ticaretin araştırma laboratuvarına, piyasaya elaman yetiştiren bir kuruma dönüştürülmesi çalışmaları da bu temel üstünde geliştirilip biçimlendirildi.
Dolayısıyla bugün üniversitede gerçek bir reformun ilk koşulu; YÖKün kaldırılması, üniversite yönetiminin öğretim üyeleri, yardımcıları ve öğrenciler tarafından seçilmesi; hükümetlerin, üniversiteye, eğitim ve araştırmalara müdahalesinin önlendiği bir düzen kurulmalıdır.
Böyle bir üniversite için mücadele, bundan 41 yıl önce Demokratik üniversite talebiyle başlamıştır.
12 Eylül sonrasında bu talep, Demokratik, özerk, bilimsel eğitim veren bir üniversite talebine dönüşmüştür. Bugün ise Demokratik, özerk, bilimsel ve parasız eğitim veren üniversite talebi doğrultusunda mücadele, üniversite mücadelesini ifade etmektedir.
Talebin evriminden de açıkça görülmektedir ki, sermaye ve hükümetleri üniversite ve eğitimini her geçen gün daha sorunlu hale getirmiş; sermayenin, patronların, en gerici güçlerin hizmetine sunmuştur. Bu süreç içinde halkın, emekçilerin taleplerini, içinde yaşadığı koşulları umursamayan; ülkenin ve gençliğin geleceği, entelektüel hayatın nasıl olması gerektiği gibi sorunlarla ilgili kaygı duymayan bir üniversite yaratılmaya çalışılmıştır.
Toplam üstünden bakıldığında; YÖK, sermaye güçlerinin bilim ve gençlik düşmanlığının sembolü olarak kurulup, bunu başarması için desteklenmiştir. Bugün de bu rolünü sürdürmektedir.
Evet, yarın bir kez daha öğrenciler, duyarlı öğretim üyeleri ve yardımcıları, YÖKe hayır diyeceklerdir. Ama asıl olan, YÖKün kaldırılması mücadelesini ülkenin demokratikleşmesi mücadelesinin bir parçası olarak ele almak; üniversiteyle ilgili talebi, Parasız, demokratik eğitim talebinin bir bileşeni olarak, demokrasi güçlerinin başlıca talepleri içine almalarıdır.
İHSAN ÇARALAN