18 Ekim 2009 00:00

Ne güzeldi BARIŞIN nimetleri

Kral Odisseus; Troya savaşları sırasında başından geçenleri, savaş nedir bilmeyen Fayaklar halkının yöneticilerine, dinlene dinlene anlatıyordu... Arkadaşlarıyla birlikte gemiyle sürdürdükleri bu dönüş yolculuğu sırasında, Ölüler Ülkesi’ne bile uğramışlardı... Daha sonra Güneş’in sığır-koyun sürülerinin yaşadığı bir adada mola vermek zorunda kalmışlardı... Ne var ki bu adada, Güneş’in sığırlarına dokunmamaları gerekirdi.

Paylaş
Kral Odisseus; Troya savaşları sırasında başından geçenleri, savaş nedir bilmeyen Fayaklar halkının yöneticilerine, dinlene dinlene anlatıyordu... Arkadaşlarıyla birlikte gemiyle sürdürdükleri bu dönüş yolculuğu sırasında, Ölüler Ülkesi’ne bile uğramışlardı... Daha sonra Güneş’in sığır-koyun sürülerinin yaşadığı bir adada mola vermek zorunda kalmışlardı... Ne var ki bu adada, Güneş’in sığırlarına dokunmamaları gerekirdi.***Biraz soluklandıktan sonra; “Bütün uyarılarıma karşın” diye anlatmaya başladı Odisseus; “benim bir sürelik yokluğumu fırsat bilen yoldaşlarım, Güneş’in sürülerinden birkaç sığırı kesip yemeye başlamışlar... Bunu duyan Güneş tanrısı da doğruca Baştanrı Zeus’a gidip; ‘Topraktaki tohumları bile ben uyarıp çatlatıyor, onları filizlendiriyorum. Ama artık bundan böyle Yeraltı Ölüler Ülkesi’ne gidip orayı aydınlatacağım... Oradaki ölüleri yaşama döndüreceğim yeniden... Ama onların yerine de sizleri karanlıklar içinde bırakacağım!’ diye savurup gürlemiş... İşte Zeus da bunun üzerine bizim gemimizi yoldaşlarımla birlikte batırmaya söz vermiş...”Prenses güzel Nausikaa, hayranlıkla bir süre gizlice baktı Odisseus’a... Babası kral Alkinoos da bu kaçamak bakışlardan, kızının Odisseus’a deli divane vurulduğunu ürpererek sezinledi... Odisseus, bu iyi yürekli Fayaklar halkının yöneticilerine başından geçenleri anlattıktan sonra aniden sustu... Kral Alkinoos, eşi kraliçe Arete, kızı Nausikaa ve öteki yöneticiler de öylece sessizleşiverdiler. Odisseus’un daha çok anlatacakları olmalı diye düşünüyorlardı. Üstelik çoluğunu çocuğunu ve halkını bırakıp Troya savaşlarına katılan bunca akıllı bir adamın, savaş denen o korkunç afet konusunda söyleyecek çok şeyi olmalıydı... Haliyle savaş denen o olayı kendileri hiç yaşamadıkları için onun ne menem bir şey olduğunu bilmek istiyorlardı. Ama en anlamadıkları şey de, insanın insanı alt etmek için öldürücü silahlar üretmesiydi... Örneğin kendileri, demirci atölyelerinde hiçbir zaman insan öldürme amaçlı aygıtlar üretmemişlerdi... Ürettikleri her aygıt, insanın daha rahat, daha mutlu yaşamasına yardımcı olacak üretim amaçlı aygıtlardı... Hele hele altın, köle olacak kadın-erkek devşirmek uğruna halkları birbirine kırdıran yöneticileri hiç mi hiç anlamıyorlardı! Gerçekten de Fayaklar denen bu halk; ürettiklerini sırf kendileri için değil, kardeşleri olarak benimsedikleri bütün hemcinsleriyle de bölüşmek için üretiyorlardı... Tarlalarında ekip biçtikleri tahıllar, topladıkları meyveler; kurdukları şarap, denizlerden tuttukları balık cinsi nimetler, hep kardeşçe bölüşüm amaçlıydı... İşte bu yüzden ülkelerine sığınan ve yediği savaş vurgunuyla yüreği yaralı Odisseus’un savaş konusundaki düşüncelerini kulaklarıyla duymak istiyorlardı... Savaş sonunda devşirilen insanların bir mal gibi alınıp satılması, kısacası insanın insana köle olması ne menem şeydi?.. Bu masal mı, yoksa bir gerçek miydi, bunu bilmek istiyorlardı... Ne var ki, yorgun Odisseus suskunluğunu sürdürünce, kral Alkinoos; “Madem bütün acıların sonunda evime ulaşabildin, bundan böyle de kendi evine, halkına rahatça ulaşasın sevgili Odisseus...” diye konuşmaya başladı; “bugüne dek çektiğin çileler de artık yetsin...” Bunu söyledikten sonra halkın temsilcilerine dönüp; “Halkımızın birikimlerinden de sevgili konuğumuza birkaç armağan sunmak istedik. O yüzden işlenmiş altın, giysiler, kumaşlar, çeşitli yiyecekler koyduk sandıklara... Gene konuğumuzu ülkesine ve halkına sağ salim kavuşturacak tam donanımlı bir gemi hazırladık. Ayrıca tanrıların olası öfkelerine karşı bu gemiyi kullanacak çok usta kürekçileri de hazır ettik... Hepsi limanda bekliyor... Yarın sabah da halkımızı meydanda toplayalım... Konuğumuza armağan olarak sunmak istedikleri daha başka şeyler olup olmadığını soralım...” dedi. Kral Alkinoos’un bu sözlerini halkın temsilcileri uzun uzun alkışladı... Sonra da hepsi yatıp dinlenmek üzere evlerine dağıldılar... Sabah erkenden uyanan gül parmaklı Şafak tanrıçası Eos; denizleri, karaları ve de gökyüzünü cömertçe yeşile, maviye ve sarıya boyarken, yorgun Odisseus birden uyandı. Çok geçmeden Fayaklar da uyanıp konukları savaş yorgunu Odisseus’u o gün akşam alıp götürecek gemiye yakın meydanda toplanmaya başladılar... Kral Alkinoos, karısı Arete ve tepeden tırnağa Odisseus’a aşk kesilen güzel Nausikaa da geldi oraya... Bütün gün şölenler düzenlediler Odisseus onuruna. Onun adına bol bol geleneksel şaraplar sundular birbirlerine... Odisseus, günbatımına doğru kendisine bunca yakınlık gösteren halka veda etmek üzere bir masanın üstüne çıktı. Ne var ki on yıllar süren Troya savaşları sırasında bir hiç uğruna devrilip devrilip giden gençler geçmeye başladı gözlerinin önünden. Ve birden zehir yeşili bir acı çöreklendi içine.Gerçekten de, insanlaşmış insanların büyüklüğünü ve de barışın sunduğu bu sayısız nimetlerin güzelliğini anlatmak, öyle kolay değildi...
Yaşar Atan
ÖNCEKİ HABER

2010’a gidememek şaşırtıcı mı?

SONRAKİ HABER

Uçtu uçtu Darwin uçtu…

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...