25 Ekim 2009 00:00

ÖZGÜR DOĞAN:85 yıldır tekrar eden film

Özgür Doğan “İki Dil Bir Bavul”un iki kahraman yönetmeninden biri. Arkadaşı Orhan Eskiköy’le birlikte artık hepinizin bildiğini umduğum; “uzak dağ köyündeki bir öğretmenin tek kelime Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarla imtihanını” çekmeye karar verdikleri zaman herhalde işlerin bu kadar “rast gideceğini” düşünmemişlerdi. Neden diye sormayın, malum, adamlar 85 yıldır el, alem, dost, düşman herkesin bildiği bir derdin filmini çekecekler, adam korkmaz mı bundan Türkiye’de?

Paylaş
Özgür Doğan “İki Dil Bir Bavul”un iki kahraman yönetmeninden biri. Arkadaşı Orhan Eskiköy’le birlikte artık hepinizin bildiğini umduğum; “uzak dağ köyündeki bir öğretmenin tek kelime Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarla imtihanını” çekmeye karar verdikleri zaman herhalde işlerin bu kadar “rast gideceğini” düşünmemişlerdi. Neden diye sormayın, malum, adamlar 85 yıldır el, alem, dost, düşman herkesin bildiği bir derdin filmini çekecekler, adam korkmaz mı bundan Türkiye’de? Kürt meselesini tartışmanın bu kadar ferahladığı bir dönemde filmlerini vizyona sokabilmiş olmaları sadece onlar adına güzel bir tesadüf değil, bu sayfayı okuyan senin için de büyük bir fırsat. Nasıl ki, birileri bahşettiği için, lütufkar davrandığı için, nispeten rahatlamadıysa memleket, o ipleri elinde tutanların marifetiyle olamayacak gerçek bir barış iklimini yaşamak, gerçekten kardeşleşmek.Uzatmayacağım… Eğer yıllardır etrafınızdakilere Kürtlerin yaşadıklarını anlatmaya çalışıyor, ama böylesine gergin bir ülkede bunu başaramıyorsanız. Hep etrafınızda ağzından salyalar akan adamların dedikleri rağbet görüyorsa. Demek ki iyi anlatamadınız...Şimdi ilkokula giden Kürt çocuklarının, onlara Türkçe öğretmek için boğuşan zavallı öğretmenlerin nasıl bir delilik içinde olduklarını sinemanın gücüyle, belgeselin gerçekliğiyle anlamak mümkün. Barışmak için Kürtleri anlamak şartsa bu filme gidiyorsunuz, sonra arkadaşlarınızı toplayıp toplayıp, tekrar tekrar gidiyorsunuz… “İki Dil”i izletelim ki barışın eli güçlensin…“İki Dil Bir Bavul” bütün Zülküflerin hikayesi, senin hikayen de yani bir yerde… Önce seninkiyle başlasak…77 Muş Varto doğumluyum. Yedi yaşında okula başladım, ana dilim Kürtçe, Zazaca… Okula başladığımda öğrendim ben de Türkçe’yi, aynı filmdeki gibi. Beşi bitirdiğimde köyde ortaokul yoktu, dolayısıyla beni Trabzon’daki amcamın yanına yolladılar. Babamlar dokuz kardeş; babam çalışıp hepsini okumaya yollamış, o köyde kalmış. Dolayısıyla her amca bir yerde. Trabzon’da ablamla birlikte bir sene kaldıktan sonra amcamın ekonomik durumu iyi olmadığı için beni Konya’daki amcanın yanına transfer ettiler. O sırada abim Konya’daki amcanın yanındaydı onu da Muğla’daki amcanın yanına yolladılar. Abi sizin aile Kredi Yurtlar Kurumu’ymuş tek başına…Aynen öyle. Ortaokul ikiye kadar Konya’da okuduktan sonra oradaki Lise’nin kötü diye Ankara’daki amcanın yanına yolladılar. ‘VETERİNER OLUP VARTO’YA DÖNMEYİ HAYAL EDİYORDUM’Diğer kardeşler ne yaptı?Üniversite ikinci sınıfta cezaevine girdi solculuktan. Dokuz buçuk yıl yattı, zaten bizim ilk filmimiz onunla ilgilidir. Abla liseden sonra evlendi. Kız kardeş de abim cezaevine girdikten sonra aileyi yalnız bırakıp okumaya gidemedi. Dışarıdan ortaokul, lise okudu, şimdi Açıköğretim’de… Ben de liseyi bitirip Veterinerlik’e girdim, üç yıl okudum. Veterinerlik ne alaka?Küçüklükten beri hayalim oydu. Veteriner olup Varto’ya gideceğim onlara yardım edeceğim. O kafayla yetişmiştim. Sonra baktım benim yapacağım iş değil, bırakıp Ankara Üniversitesi Radyo Televizyon’a girdim. O dönemde aynı zamanda Evrensel’de çalışmaya başladım. 2000’de Orhan’la (Eskiköy) tanıştım. Okulu bitirmek için bir film yapmak gerekiyordu. “Hayaller Birer Kırık Ayna”yı beraber yapmaya karar verdik. Hiçbirimiz sinema bilmiyoruz, öyle iman kuvvetiyle başladık. Bilip bilmemek önemli değil de, nerden çıkıyor sinema yapmak?Orhan’la tanışmasam yapmazdım herhalde. Sırf ders için bir şey yapabilirdim yalnız olsaydım. Daha önce de okul için yapmıştım; çok kabus bir işlerdi. Orhan’la karşılaşınca sanki yıllardır birbirimizi arıyormuşuz gibi oldu. İlk belgesel, “Hayaller” de çok ilgi görmüştü değil mi? Biz cezaevleri ile ilgili bir şey yapmak istiyorduk, abim de çıkmak üzereydi. “Ne yapalım?” diye düşünürken en iyi bildiğimiz konuyu yapmaya karar verdik. Duygusal olarak çok derinliğine de inebileceğimiz bir konuydu. Elimize kamerayı alıp köye gittik ve bizimkilerle konuştuk. Abim cezaevine girince ailede bir kırılma, dağılma yaşandı. Çok ağır bir travma oldu. Dolayısıyla film bunun üzerine. Çok başarılı oldu o film, 12’den fazla ülkeye gitti, 4-5 tane ödülü var. Dolayısıyla biz aslında o motivasyonla devam ettik. Gördük ki biz teknik olarak çok fazla şey bilmiyoruz ama ona rağmen film çok sevildi.‘HEP DERDİ OLAN FİLMLER YAPTIK’Başarıyı neye bağladınız?İşin sezgi tarafı çok güçlü, özellikle Orhan’da. Sinema biraz da sezgisel bir şeydir. Bir de biz yaptığımız şeyleri konu itibarıyla çok iyi biliyoruz. Bu memlekette çok ciddi sorunlar var ve bizim buna dair söyleyeceklerimiz var. Konular çevremizdeki hikayelerdir, ama genele dair bir örnek seçip o örneği derinlemesine inceleyip filmini yapıyoruz. “Hayaller”de o isimleri çıkar, bu ülkede 80 sonrası cezaevine girmiş tüm gençler ve ailelerinin ortak duygusu çıkar filmden. Doğan ailesinin hikayesi değildir o. Bu “İki Dil Bir Bavul” için de geçerli, Emre’yi çıkar, bir başka öğretmeni koy ya da Zülküf’ü çıkar bir başka çocuğu koy… Bu hikaye bütün Kürt çocuklarının yaşadığı hikayedir. Yani tekil bir örnek seçiyoruz, asla “bu böyledir, şöyledir” şeklinde bağırmadan bir genel duygusu çıkarmak istiyoruz. Hep derdi olan filmler bunlar; yaşlılarla ilgili bir film var, Orhan’ın tek başına yaptığı özürlülerle ilgili bir film var, Diyarbakır’da köy yakmalarla ilgili, ölüm oruçlarıyla ilgili, Alevilerin Sünnilerin bir köyde beraber yaşamaları ile ilgili bir film var.Orhan işten ayrılmış film için, gemileri yakarak başlanmışınız filme…Neyimiz var neyimiz yok koyduk bu filme. Bu bizim son atımlık kurşunumuzdu. ‘HAYATIN İÇİNDEKİ SÜRPRİZLER BİZİ AŞIYOR’Neler yaşayacağınızı öngörmeden körlemesine mi girdiniz?Bu doğallığı, aradaki sürprizleri yakalamak, bunları öngörmek mümkün değil. En azından bizim hayal gücümüz bu kadar zengin değil. Hayatın içindeki sürprizler bizi çok çok aşıyor… Sadece hayatın sürprizlerle dolu olduğunu biliyorsunuz …Burada şöyle bir avantajımız var, “İki dil”de yazdığımız bir senaryo taslağı var. Sahne sahne yazılmıştır, karakterler yazılmamıştır. Öğretmen gelir, köylülerle ilk karşılaşmalar, çocukların gelişimi, bunları çok iyi biliyoruz çünkü ana izlek hiç değişmiyor, 85 yıldır tekrar eden hikaye. Altyazı’da Fırat Yücel’in söylediği gibi, “hayatın kurmacasını yakalamak”. Doğru yerde doğru zamanda beklediğinizde hayatın tekrar eden kurmacasını çözebiliyorsunuz. Senin kişisel tecrübelerinin çok etkisi var değil mi senaryonun oluşumunda?Benim hafızam pek iyi değil, kuzenim Ali Haydar hem her şeyi hatırlar hem de müthiş bir hikaye anlatıcısıdır. O anlattıkça ben de yaşadıklarımı anımsadım. Onun anlattıkları senaryo taslağının yüzde 90’ını oluşturdu. Ali Haydar şöyle başladı cümleye; “benim babam muhtardı ve onun verdiği özgüven ve şevkle hareket ederdim”. Köye bir gittik, öğretmen muhtarın oğlu Vehip’e babasının ismini sorduğunda, “muhtar” diye yanıtladı Vehip. Bu kadar örtüşüyor her şey. Öğretmeni seçmek en önemli kısmıydı değil mi? Hangi özellikleri aradınız?Bir idealist olacak, iki duygularını rahatlıkla ifade edecek, üç Batılı olacak...Haybeci bir adam olmayacak yani…Oraya gelen öğretmenlerin büyük kısmı kadercidir. Ama Emre öyle değil. O “benim ne işim var burada? Ben çok iyi puan almıştım, ona rağmen buraya geldim, ben bu çocuklara öğretmeliyim” diyor. Diğerleri öyle değildi. 20’den fazla öğretmenle görüştük. Yaşadıklarını içine atmayıp paylaşmak isteyen, her şeyi anlatan bir adam Emre.Çocuk kahramanlar nasıl ortaya çıktılar?34 çocuk okula başlamış, ilk bir hafta karambol, bunlardan kimi seçeceksin. Bir hafta sonra üç kız üç erkek, altı karakter seçmiştik, takip edelim diye. Gidişata göre ikisini de eleyip iki kız iki erkeği odak bırakırız diye düşünmüştük. Ama olmadı, 3. haftadan sonra onlardan vazgeçtik. Başta öngörmediğimiz Zülküf öne çıktı. Çocuklarla nasıl bir ilişki geliştirdiniz?Üç saat çekim yapıyorsak, beş saat oyun oynuyorduk, ders çalışıyorduk. Bize de sürekli “öğretmen” diyorlardı.Emre’yle beraber mi kalıyordunuz?Hastalanmadığımız sürece oradaydık, iki gözdü lojman. Ama her çekimde hastalandık, sekiz gidişin sekizinde de. Üstelik yatak döşek, çok sert hava. Gündüz sıcaktan gece soğuktan duramıyorsun.Çocukların şimdiki durumları ne?Zülküf’ü babası okutmak için Siverek merkeze götürmüş, diğer çocuklar köyde. Emre askerde. Devlet başka öğretmen de atamamış, öyle duruyorlar.‘NE ÇOCUKLARIN NE DE ÖĞRETMENİN SUÇU VAR’Çocuklar “Ne mutlu Türküm diyene” diye bağırıyorlar ama ne söylediklerini anlayabilene aşk olsun. Söylediklerinin ne anlama geldiğini de bilmiyorlar. Sadece bu garabeti görmek bile 85 yıldır olan biteni anlamak için yeterli belki. Bizim film diye izlediğimizin aslını yaşayan öğretmenlerin dünyasında neler yaşanıyor?Aslında daha da milliyetçileşiyorlar…Nasıl olur?Benim gözlemim bu. Eğer sen buna bilinç olarak hazır değilsen, hiç bilmediğin bir bölgede kaçınılmaz olarak bir yalnızlık duygusu geliyor ve kapanıyorsun. Köyde zaten bir şey yapılamıyor, Şehre gittiğinde de –zaten orada bir kutuplaşma var- milliyetçi taraftan çok etkilenebiliyorsun. Filmde size ait bir söz yok. Bu tarafsızsınız demek mi?Kürtlere de Türklere de ayna tutan dengeli bir film yapmak istedik, mutlaka bir tarafımız var. Politik bir sinema değil, ama politik sözü olan bir film bizimki. Anlayana. Oradaki saçmalığı çok net yansıtan bir film ve burada ne çocukların ne de öğretmenin suçu var. Sisteme dair bir saçmalık çünkü bu. Taşların ortasına bir bayrak, bir okul dikmişsin, uzay mekiği gibi. Öğretmene diyorsun “Git Türkçe öğret”, çocuklara “Git Türkçe öğren”. İki taraf için de çok zor, çok saçma… Türkçe bilenlere okuma yazma öğretmek için formasyon almış bu adam, tek kelime Türkçe bilmeyen bir çocuğa karşı ne yapacağını bilmiyor ki. Orada taraf yok artık delilik var.‘KÜRTLERİN KAYBEDECEK BİR ŞEYLERİ YOK’Film açılım tartışmalarının içine doğdu, bunu nasıl karşılıyorsunuz?Sanki biz bu filmi üç ay içinde pişirip vermişiz gibi bir intiba bazen doğabiliyor, bundan rahatsız oluyoruz. Allah’tan 2008 Kasım’da dünya prömiyerini yapmışız, onun kayıtları var. Çok şanslıyız çünkü bu film insanlara süreci tartışmak için doğru bir zemin verebilir. Biz “Filmi yaptık bitirdik, bundan sonrası seyirciye kalmış” demiyoruz. Her tarafı dolaşacağız, söyleşiler yapacağız. Herkese sormak adetten oldu ama sana sormak şart; nasıl görüyorsun Kürt meselesinde içinden geçtiğimiz süreci?Ben umutluyum, önümüzdeki sene Kürt sorununun makul bir seviyeye geleceğini düşünüyorum. Dünya kapitalist sisteminin gidişatıyla ilgili olarak da bu sorun çözülmeli artık. “ABD’de plan yazıldı ve bu uygulanıyor” gibi basit bir şey değil tabii ki ama AKP ile de ilgili değil bu durum. AB süreci olmasa, Kürt Sorunu bu sürecin önünde büyük bir engel olmasa, AKP TRT Şeş’i asla açamazdı mesela. Öcalan yakalandığında da barış elçileri gelmişti, hepsi ceza almışlardı, al sana devletteki değişimin göstergesi. Türk tarafı sürece tamamen ikna olmuş durumda, herkes; MHP’si, CHP’si…Neden bağırıyorlar o zaman?Bağırdıkları falan yok, mecliste konuşuyorlar. Bir tane MHP’li görüyor musun sokakta? Niye Cumhuriyet mitingleri yapılmıyor? Bu ülkede devletin temel refleksi MHP’nin gençlik tabanıdır. Eğer MHP’nin gençlik tabanı harekete geçmiyorsa bil ki devlet bu işe iknadır, çok basit bir okuma ama bence böyle. Şu anda sorun; PKK’yi ve Kürtleri ikna edebilecekler mi? O taraf bu işe ikna olmaya baştan teşne değil mi?Eğer düzgün bir şey yapmazlarsa, bizim bu ülkede görüp görebileceğimiz en ciddi savaş başlayacak. Yasal güvence şart, yoksa Kürtler ikna olmaz. Bunlar tabii benim kişisel düşüncelerim. Kürtler on yıl öncesinden çok daha sert, Diyarbakır’a git bunu görürsün, Facebook’taki tartışmalara bak bunu görürsün. Kürtler çok net, çok güçlüler ve kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Köyler yakılıp yıkılmış, her evde bir cenaze var, işsiz güçsüzler… Ne kaybedecekler, onların ikna olması lazım...
Devrim Büyükacaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Asya-Pasifik orduları (3)

SONRAKİ HABER

Benim Ülkemde…

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...