10 Kasım 2009 00:00

Meclis’te tarihi gündem


Bugün, Meclis’te Kürt Açılımı görüşülecek. Adı sonradan “Demokratik Açılım”a dönüştürülmüş olsa da, özü itibariyle “Kürt Açılımı” konuşulacak. Konunun Meclis’te tartışılması, 1924’ten sonra bir ilk olacak. Çünkü Kürt meselesi, bugüne kadar hep şakilik, bölücülük, terörle mücadele şeklinde ele alınmış; dolayısıyla konunun Meclis’te gerçek anlamda tartışılması, şiddetin de dışlanması konusunda bir turnusol işlevi görecek.
Bu gerçekleşecek mi?
Bir gazetenin iddiasına göre “Başbakan Erdoğan, hükümetin yol haritasını açıklayacak ve Kürt sorunundaki tabuları tarihe gömecek”... Başbakan da önceki gün TRT 1’de iddialı konuştu. Dolayısıyla açılım Kürdi mi yoksa demokratik mi olacak, bugün öğreneceğiz.
Her iki kavram temelde aynı noktaya işaret etmekle birlikte, Türkiye gibi bir ülke açısından farklılaşabilmektedir.
Bu farklılığı en son Bakan Egemen Bağış’tan işittik.
Geçen hafta kadın örgütlerinin temsilcilerini makamında nazik bir şekilde kabul eden Egemen Bağış, görüşmenin bir yerinde açılımın adının kimilerince “Kürt Açılımı” olarak telaffuz edilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve serzenişte bulunmuş; kadınlara da, “Bu Demokratik Açılım’dır ve hepinize yansıyacaktır” demiş...
Evet, doğru ama bir farkla; o da şu: Kürt Açılımı gerçekleşmeden Demokratik Açılım hayata geçemeyecek. Kürt sorunu olmasaydı bir açılıma ihtiyaç olacak mıydı?
Dikkat çekmek istediğim nokta bu değil, asıl AB ile ilişkileri yürüten bir bakanının üzerinden hükümet cephesinde Kürdün ne kadar içselleştirdiği meselesi...
Yine önceki gün Adalet Bakanlığı, cezaevlerinde Kürtçe konuşulması konusunda yeni bir kararname yayınladı. Resmi Gazete’de yer alarak yürürlüğe giren yeni uygulamaya göre görüşmecilerden birinin Türkçeyi hiç bilmemesi/anlamaması durumunda, Kürtçe görüşme yapılabilmesine imkan tanınıyor. Geçmiş uygulamalara göre olumlu bir adım olmakla birlikte, “Kamber oğlum nasılsın?” cümlesiyle, Kürtçeyi yok sayan 12 Eylül’cü çizginin varlığını sürdürdüğünü ve açılıma direndiğini gösteriyor.
Bütün bunların üstüne bir de Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir gelecekti. İSEDAK toplantısına katılmak üzere Türkiye’ye gelecek olan El Beşir, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nce Darfur’da 400 bin sivilin ölümüne yol açan, 2.5 milyon insanın göçüne sebep olan soykırımdan birinci derecede suçlu bulundu. Bu yüzden ABD ve AB, El Beşir’in ziyaretinin yeniden gözden geçirilmesini istedi. Buna rağmen Ankara’dan “Bu konuya kim karışır ki, ne karışır ki?” yaklaşımı gösterildi, sonra baskı artınca da aracılar ile El Beşir’in gelmemesi sağlandı. Yani El Beşir’e karşı tavır alınmadı. Hatta gelmemesi için alttan alındı. Sırp lider Miloseviç’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması için epey mücadele eden Ankara’nın, El Beşir’e yaklaşımı düşündürücü.
Asıl düşündürücü yanı, bu gelişmenin tam da Demokratik Açılım’ın tartışıldığı bir sürece rastlaması, yani adı geçen dostlarının uyarılara rağmen Sudan’daki soykırımdan sorumlu tutulan kişiye kollarını açan hükümetin/devletin, Öcalan’ı bir “öcü” ve “bebek katili” gibi gösterip Kürt sorununun çözümünde dışlamasıdır. Öyle ki pazar günü TRT 1’de yayınlanan bir programa katılan Başbakan Erdoğan, Öcalan’ı işaret ettiği için DTP’ye tepki gösteriyordu.
Kısacası bu birkaç gelişme dahi, Meclis’teki açılımın ne kadar ve nereye kadar açılabileceği konusunda şimdiden epey soru işareti üretti. Üstelik bu gelişmelerin hepsi, dağdan inmeleri “Aşırı seviniliyor” deyip donduran tutumun hemen sonrasına rastlıyor. Bugün Meclis’te hem de 10 Kasım’da açılım tartışılacak. MHP kongresindeki Bahçeli’nin sözleri, CHP’nin tutumu, askerin ıslak imzadaki yaklaşımı, AKP içindeki farklı düşünceler, açılımın kaç derecelik olacağını belirsizleştiriyor. ABD, AB, Suriye, İran, Irak, Ergenekon... Böyle bir denklemden Kürtlerin gerçekten lehine bir şeyler çıkar mı? Biraz daha beklemek gerekir sanırım...
HÜSEYİN DENİZ Gazeteci

Evrensel'i Takip Et