12 Kasım 2009 00:00
HAYATIN İÇİNDEN
Olan bitene bakınca, insan ister istemez karar vericilerin ya akıllarını ya vicdanlarını kaybetmiş olduğunu düşünüyor.
Olan bitene bakınca, insan ister istemez karar vericilerin ya akıllarını ya vicdanlarını kaybetmiş olduğunu düşünüyor.
Sanayileşmek kaçınılmaz. Tabii ki bu ülke insanı için iş, aş sağlayacak fabrikalar, tarım alanları, enerji gerekli. Toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenmesi; şehirleşme, köylüleşme planlaması şart. Hem de bu planların en az 50 yıl ilerisi düşünülerek yapılması, aklı başında bir yönetimin birinci görevi olmalı. Madem ki en çok çocuklarımızı, torunlarımızı seviyoruz; onlar başarılı olsun, okusun; mühendis, doktor, pilot olsun diye uğraşıyoruz, o zaman onların yaşayacakları çağları şimdiden kendi zevkimiz için neden yok ediyoruz? Yoksa yaptıklarımızla olacaklar arasındaki bağı kuramayacak kadar düşüncesiz miyiz? Geçmişte olanlardan ders çıkaramayacak kadar hafızasız mıyız? Sürekli batıya göçen kavim olmamızın bir anlamı yok mu? Özellikle batı komşumuz Bulgaristan ve Yunanistanın batıya göçümüzü önlemek için en sert vize önlemlerini almış olmasından utanmıyor muyuz?
Yaşlanabilir ülkemizin son değerlerini de aynı hırs ve suçla tüketiyoruz. Bereketli pamuk, buğday tarlalarını Çukurovada beton yığınlarına dönüştürdük. Bozkır tepeler dururken, kolay ulaşım, hazıra konma uğruna fabrikaları getirip pamuk tarlalarının ortasına diktik. Toprağından kopardığımız çiftçi, köylü, işçiliği beceremeyip İstanbula göçtü. Hem Çukurovayı, hem İstanbulu aynı anda bitirip bir taşla iki kuş vurmayı becerdik.
Yetmedi...
Güneydoğu Anadolu Projesi diye bir proje başlattık. Sosyal yapıyı değiştirmeden bastık suyu verimli topraklara. Şimdi Urfa Ovası, Viranşehir Ovası yok olmak üzere. Toprağı değerlendi sanan köylü, kime olduğunu bilmeden toprağını satıp doğru İstanbula, İzmire... Yine bir taşla iki kuş.
Karadenizin, Tuncelinin yeşil ve hırçın vadilerini yok etmek üzereyiz.
Ve sıra geldi Pazarcık Ovasına.
Okumuş yazmış kesimin, sanatçıların, şairlerin zaman içinde terk etmek zorunda bırakıldıkları Pazarcık Ovasına... İçi boşaltılmaya çalışılan ve bugünkü çevre katliamına sesini yükseltebileceklerin yıllar önce tespit edilip kovulduğu Pazarcık Ovasına...
Ova ve doğa düşmanı sermaye, uçsuz bucaksız ovayı talan etmeye gelmiş. Kazandıkları para asla yeterli gelmeyen açgözlüler, şimdi Pazarcık Ovasını dolara çevirme gayreti içinde. Önce iki çimento fabrikası diktiler. Avrupanın topraklarında görmek istemediği kül ve zehir püskürten bacaları ovaya çevirdiler. Bölgede yaşayan çocukların, gençlerin sağlığına hiç aldırmadan, önce havayı, sonra suyu kirlettiler. Şimdi son darbeyi vurup, koca ovayı çöp yığınına dönüştürmenin peşindeler.
Bu talana dur diyebilmek için bölgenin insanları güç birliği oluşturmuşlar. Gelecekleri için yaşam mücadelesi veriyorlar. Yapabilecekleri her şeyi deniyorlar. Öncelikle hukuka güveniyorlar ama işte hukuk denen şeyi mahkemeler yürütüyor ve mahkemelerin uyması gereken yasaları da kimin yaptığı ortada. Tercüme petrol yasası, özelleştirme ile ilgili yasalar, enerji ile ilgili yasalar ne yazık ki halkın çıkarından çok, çok uluslu şirketlerin çıkarlarını gözetiyor. En temel şart olan sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, yine kanunlar yoluyla insanların elinden alınıyor.
Bütün olumsuzluklara, baskılara rağmen Pazarcıklılar, Narlılılar, Ördekdedeliler direnecek. Toprakların gerçek sahipleri direnecekler. Gücü yeten herkes, yazarak çizerek, gerekirse bağırarak destek olacak ve son ovamızı kurtaracağız.
ARİF NACAROĞLU