16 Kasım 2009 00:00
EVRİM/DEVRİM
Adam Dışişlerinde bir yüksek rütbeli memurdu. Devletin memuru... Sonra büyük bir partinin yüksek yöneticilerinden oldu.
Adam Dışişlerinde bir yüksek rütbeli memurdu. Devletin memuru... Sonra büyük bir partinin yüksek yöneticilerinden oldu. Genel başkan yardımcısı... Yani yetkili mi yetkili... Etkili mi etkili... Hiç küçük görevler almamış. Hep büyük işlerin adamı olmuş. Tabii ki aldığı görevlerin, büyük ve yüksek işler ve yetkiler üstlenmesinin hakkını verecek! Kolay mı, neler emanet edilmiş kendisine. Öyle sıradan olamaz, sıradan tutumlar alamaz. Almadı, almıyor.
Onu hep yüksekten uçarken gördük. Kıbrısta da öyle, Ermeni sorununda da, Kürt meselesinde de... En radikaller arasında oldu hep. Diplomattı ama hiç dilinin kemiği olmadı davalarını savunurken.
Kürt meselesi üzerine genel görüşme açılsın mı açılmasın mı görüşülüyordu Mecliste. AKP diyordu ki, analar ağlamasın! AKP değil kim derse desin. İnsanlığa seslenen, insan olmayı ve gereklerini gündeme getiren Analar ağlamasın deyişini kim kabul etmez? Kim, analardan başlayarak hangi ana örneğin ağlamak ister, ağlatmak ister. Ağlatan-ağlatmayan, diplomat olmasına gerek olmadan insanlığı, insanca duyguları karşısına almamak için suyuna gider, diplomasi olsun yapar ve ağlamasın der. Ama beyefendi, Analar ağlamasın deyişinin etkili olduğunu, insani duygulara seslendiğini, oradan yakaladığını görüp tedbir almak istiyor. Olanca duygusuzluğu ve katılığıyla... Diyor ki; Analar ağlamasaydı ne olurdu halimiz?, Çanakkaleyi de kaybederdik, Kurtuluş Savaşını da diyor.
Çanakkale Savaşında 200 bin şehidimiz vardı, hepsinin anası ağladı. Kimse çıkıp Bu savaşı bitirelim demedi. Kurtuluş Savaşında, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrısta analar ağlamadı mı? Kimse Analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım dedi mi?
Taha Akyol, -ki zamane liberali eski bir sicilli faşisttir- Çirkin, çok çirkin diye niteliyor!
Olur şey değil! İzan sorunu var.
Beyefendi insani duyarlılığın yaratacağı baskıyı nötralize etmeye çalışacak, Aman, anaların gözyaşları insanları etkileyecek ve şu Kürt meselesinde ilerleme olacak yoksa diyor ve başlıyor ölümü savunmaya! Ölüme övgü dizmeye!.. Ve genel olarak ölümü yüceltmiyor, fazla diplomasi bildiğinden olacak, en azından ondan, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ile de yetinmiyor! Dersim, Şeyh Sait...başlıyor saymaya!
En azından unutulmaya bırakmıyor! Yapmışsın bir halt, bari bırak konuşulmadan etkili olsun. Yıllardır Dersimli bile konuşmazdı 38i. Çocuklarına, torunlarına bile anlatmazdı analar, babalar, dedeler, nineler! Unutmaya çalışırlar ve yeni nesillerin bu baskıyla büyümesinden kaçınırlardı. İyiydi kötüydü, doğruydu yanlıştı, ama anlatmazlardı. Adam çıktı, kör gözüm parmağına Dersim kırımını savundu. Katliamı!..
Dersim 38 ki, o isyan ki, on binlerce insan, çoluğu çocuğuyla kırımdan geçirilmiş, makinelilerle biçilmiş, süngülenmiş; uçurumlardan, Hozat girişindeki uçurumdan atılmıştır örneğin! Adam savunuyor! Bu nasıl iştir? Bu nasıl diplomatlık tecrübesidir, bu nasıl devlet terbiyesidir?! Ya da tam da bunlardır!
Devlet isyan bastırarak övünegelmiştir hep. Vurmakla kırmakla, ezmekle süründürmekle... Böyle devlet olmuştur. Roma devleti de böyleydi, insanları aslanlara atardı, izletirdi halka ve oradan övünürdü! Şarlmanın Frank İmparatorluğu da böyleydi! Kazığa oturturdu önüne geleni ve övünürdü, gücünü kanıtlardı. Papa da öyleydi, Halife de. Kimi Engizisyonda diri diri yakardı, kimi adaletine övgü dizdirir, ama kölelerinin taşıdığı tahtırevanda gezer, yoksulun gözünü oydururdu. Adam insan falan tanımıyor, geleneği yaşatıyor!
Analar ağlamazsa olmaz dese, yeterince etkili olmayacağını düşündüğünden, somutlaştırıyor: Dersimlinin anasını ağlatmasaydık olur muydu diye soruyor; Bölünecektik yoksa demeye getiriyor! Seyit Rızanın önünde oğlunu asarak başlamasaydık olmazdı diye düşünüyor hâlâ! Bari oğlunu babasından sonra assaydık diye bile yumuşamıyor!..
MUSTAFA YALÇINER