17 Kasım 2009 00:00
ALBATROS
KOZLUK... Bu hafta sonu, Diyarbakır ve Batmanda Eğitim Sen şubeleri tarafından düzenlenen Lengüistik (Dilsel) Haklar ve Açılım temalı panellerde geçti.
KOZLUK... Bu hafta sonu, Diyarbakır ve Batmanda Eğitim Sen şubeleri tarafından düzenlenen Lengüistik (Dilsel) Haklar ve Açılım temalı panellerde geçti.
Bir hafta önce Cumhurbaşkanı, Başbakan, parti başkanları ve TBMM üyelerine Araştırmacı Gülçiçek Günel Tekinin Beyaz Soykırım /Türkiyenin Asimilasyon ve Dilkırım Politikaları adlı kitabını İHD İstanbul Şubesinde düzenlenen bir basın toplantısından sonra Galatasaray Postanesinden postaya vermiştik. Daha sonra Eğitim Sen İstanbul Şubesi konuya ilişkin bir sempozyum düzenledi.
Konuya ilişkin toplantıların Eğitim Sen tarafından düzenlenmesinin bence çok özel bir anlamı var. Çünkü devletin dil politikaları, on yıllardır öğretmenler üzerinden yürütüldü ne yazık ki. Öğrenciler ve öğretmenler birlikte kurbanlaştırıldı. Kapatma tehdidi ile Eğitim Sen Tüzüğünden, Anadilinde Eğitim Hakkına ilişkin madde zorla çıkarttırıldı. Halbuki dilsel haklar, insan hakları silsilesinin en temel haklarından birini oluşturur.
Ve bu hak, Türkiye Cumhuriyetinin uluslararası arenada, meşru bir devlet olmasının temelini oluşturan Lozan Barış Anlaşmasında garanti altına alınmıştı. Ancak uygulamada, bu hak biçimsel olarak sadece Rum ve Ermeni toplumuna tanındı.
Ama tanındı da ne oldu?..
Ve zihniyet değişikliği olmadığı sürece, benzeri okul açma hakkı Kürt toplumuna tanınsa, bunun sonucu da acaba Rumların ve Ermenilerin başına gelenden farklı olabilir mi? Rum ve Ermeni okullarında anadilde eğitim hakkı var mı acaba? Yoksa bu diller bir yabancı dil gibi, hafta içinde sınırlı saatlerde mi öğretiliyor?.. Bu okullar, siyasi komiser statüsündeki, Türk müdür muavinlerinin sıkı denetimi altında tutulmuyor mu?
Rum okullarının durumu çok daha trajik değil mi?
Okullar var, Rum toplumunun sayısı iki bine indiği için öğrenci yok. Okullar peş peşe kapandı fiilen. Ama Batı Trakyadaki Türk okullarının muadili olarak kağıt üzerinde açık tutuluyorlar. Ve bu okulların koridorlarında sadece yüzyıl önceki öğrencilerin hayaletleri dolaşıyor. Ermeni okullarına gelince, bu okulların mezunları Ermeniceyi güç bela yazıp okuyabiliyor. Çünkü haftada sadece birkaç saat Ermenice okumalarına izin var.
Bir zamanlar Çerkezlerin kendi dillerinde eğitim yaptıkları okulları vardı, 1924 yılından beri kapalı. Çerkez alfabesi ise bu yıllarda Bakanlar Kurulunun zararlı olarak yasakladığı kitapların listesinde.
Kürtlere 10 yıl önce, sanki yabancı dil gibi özel dershanelerde kurs açma izni verilmişti. Peş peşe kapandılar ve sonra, Bakın Kürtlerin kendisi Kürtçe öğrenmek istemiyor denildi.
Şimdi yeni bir açılım dönemindeyiz. Bundan önce Turgut Özalın açılımını yaşamıştık. Adamcağız hücceten kalpten gitti ya da götürüldü. Allah, Erdoğanın sonunu hayır etsin!
Modern kılıklı, kibar dilli, kültürlü Onur Öymenin söylemini işittikten sonra ürpermemek mümkün değil. Bana Beethoven dinleyip, Goethe okuyan aristokrat Nazi subaylarını hatırlattı. Önemli olan insanı insan olarak kabul etmek, onu kimliğine göre aşağılık, ikinci sınıf bir yaratık olarak görmemek.
Gülçiçek Günel Tekin, tek kelime Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarının şiddete dayalı asimilasyoncu eğitim süreci sonucu yaşadıkları travmaları çok güzel anlattı. Kendisi de YBOlardan gelmeydi ve birebir bu şiddeti yaşamıştı. YBOlar bana Avustralyadaki yerli halk Aborjin çocuklarının 20. yy başlarında, ailelerinden zorla alınıp asimilasyoncu şiddete dayalı eğitime tabi tutuluşunu hatırlattı. Avustralya hükümeti birkaç yıl önce Aborjin halkından özür diledi. Nice romanlar yazıldı, nice filimler yapıldı bu konuda.
Bizde de İki Dil Bir Bavul filmi, ilk kez öğretmenlerin ve öğrencilerin yaşadığı drama değindi. Ve film olaya son derece kibar ve insani bir çerçevede değinmişti. Bugünkü Türkiyede böyle bir filmi yapmak son derece cesaret isteyen bir iş Ama yaşanan acı bin kat daha ağır. Bu yansıtılsa, abartılıyor, duygu sömürüsü yapılıyor denir.
Tıpkı Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları ile ilgili filmler gibi...
Ve ben bu filmleri son derece olumluyor, yapımcıların medeni cesaretini kutluyorum. Halkımız o kadar yalanla beslendi, o kadar hamasi palavralarla galeyana getirildi ki, bugün hakikat ilacını da gıdım gıdım vermek zorundayız.
Ne zaman ki Alman çocuklarının anne ve babalarına Holokost nedeniyle utanç ve kınayarak bakmaları gibi, bizim çocuklarımız da Öymen gibilerine utançla bakmaya başlayacaklar, o gün Türkiyede gerçek açılım sağlanmış olacak. Ve bunun sağlanmasında en büyük görev öğretmenlerimize düşüyor.
Ve anne babaların da, Yeter artık, çocuklarımıza yalan, kin ve hamaset ile dolu zehir vermekten vazgeçin demesi gerekiyor...
RAGIP ZARAKOLU