15 Kasım 2009 00:00

ANJELİKA AKBAR:İnsanlardan önce müzikleri kucaklaşsın

Anjelika Akbar bütün hayatı bir senfoni gibi algılayan bir müzisyen… Ender bulunan “mutlak kulağı” Akbar’ın en merak uyandırıcı meziyetlerinden biri. “Mutlak kulak” nedir diye sorarsanız; her sesi notasıyla algılamak denebilir kısaca. Yani bir korna sesini, ya da gazoz şişesinin açılırken çıkardığı sesi ya da aklınıza gelebilecek her tür sesi ya da ses dizisini bir nota ya da nota dizisi olarak algılıyor kendisi. Dolayısıyla bizim fark bile edemediğimiz sesleri bir müzik olarak algıladığından bu durum İstanbul gibi ses kirliliğinden mağdur bir kentte çok sinir bozucu olabiliyor onun için. Bir mutlak kulağın yanında insan garip bir tribe giriyor ve alışkın olduğunuz sesler bile kulağınızı tırmalar hale geliyor. Klasik müziğin pek ilgi görmediği topraklarımızda klasik müziği sevdirmek için büyük gayret sarf ediyor Anjelika Akbar. Hiçbir çalışması yok ki salt müzikal bir proje olsun. Kah Doğu ve Batı müziğini buluşturacak deneysel çalışmalar yapıyor kah suyun dünyamız ve insan vücudundaki önemine işaret ediyor. Son albümü “Rain drops” (yağmur damlaları) da bunu amaçlıyordu. Klasik müziğin bir seçkin müziği olarak algılanmaması için her projesini sosyal bir bağlama oturtmaya özen gösteriyor. Halk müziği-sanat müziği gibi saçma ayrımlarla müziği belli halk katmanlarına ait hale getirmiş garip ülkemizde Akbar’ın işi bir hayli zor ama takdire de şayan tabii… Bazıları bir meslek gibi seçebiliyor müziği, sizse adeta müzikle doğmuşsunuz… Müziğin yaşamın çok önemli bir parçası olmasıyla merkezinde olması arasında nasıl bir fark var? Tabii ki muazzam bir fark var. Şöyle ki; müzik hayatımızın merkezindeyse bu bir aşktır. İnsan mesleğinden yorulabilir, ona iş olarak baktığı için… Ama bu bir aşksa; yorulmuyorsunuz, belki aşkınızı yaşamamızın önünde bir engel olursa ya da dikkatinizi veremiyorsanız yorulabiliyorsunuz. Müzik bir ip ise hayatın diğer öğeleri ona bir inci gibi diziliyor. Sabah dokuzdan akşam yediye kadar müzik çalışan sonra da müzikten uzaklaşan bir hayatın içinde düşünemiyorum kendimi. Böyle müzisyenler de var, yediden sonra kafayı dinlendiriyorlar. Bu benim için mümkün değil; fark budur işte. Mutlak kulağa sahip olmak kuşkusuz büyük meziyet fakat sinir bozucu olduğu da oluyor mu? Oluyor tabii, çünkü etrafınızda çok zor mekanik sesler var. Ya da orkestrada bazı notalar doğru çıkmıyorsa onlar çok yorucu olabiliyor. Çünkü içinizdeki armoniyi bozuyor. Yanınızdan bir motor gürültüyle geçse; onun da bir ana notası var. Eğer o nota La ise onu içimdeki müziğe bir şekilde yerleştiriyorum. Akvaryumların içinde elektrikle çalışan bir devri daim sistem var, ben onun yanında oturamıyorum. Siz onu müzik olarak algılamazsınız ama benim için müzik, üstelik devamlı tekrar eden bir müzik. Mutlak kulağın böyle dezavantajı var. Okulda benim ve bir hocamızın mutlak kulağı vardı; hoca sürekli kulağında kocaman pamuklarla dolaşırdı. Sadece derse girdiğinde kulaklarını açardı. Kentlerin ana bir müziği var mı? Hangi nota derseniz bilemem hepsi ayrı bir senfoni. Ama gerçekten o kentin sanayi durumuna ya da deniz kenarında ya da ormanlık olmasına göre notalar değişiyor. MÜZİĞİ GEOMETRİ, RENK VE SES OLARAK ALGILIYORUM Müzik dinlerken notaların renklerini görüyorum diyorsunuz. Bunu görsel sanatlarla birleştirmeyi düşündünüz mü? Biz de görsek o gördüklerinizi… Küçüklüğümden beri en büyük hayalim; konser verirken sahnede değil de sahne arkasında küçük bir odada olmak ve seyircilerin sahnede benim bestelediğim müziğin renklerini, yarattığı geometrik şekilleri görmeleriydi. Ben müziği geometri, renk ve ses olarak algılıyorum ama insanlar sadece sesi algılayabiliyor. Onu aktarabilmek kolay değil ama Rusya’da bulunan Profesor Dr. Korotkov, auraların renkli ve hareketli görüntüsünü alabiliyor. Konserde 200 kişiye kablolar bağlıyor ve sahnede çalınan müziği dinlerken oluşturdukları aura- elektromanyetik alanı yansıtıyor. İnsanların yaşı, cinsiyeti, eğitim durumu ne kadar farklı olursa olsun herkes aynı şiddette ve renkte tepki veriyor. Bu muazzam bir şey. Bu çalışmayı Türkiye’de de yayınlamak istiyorum. Önümüzdeki yıllarda insanlar karşısında bir tabloya bakıp bir doğaçlama müzik yapacağım, bakalım insanlara o gördüğüm renkleri müzikle anlatabilecek miyim? KÖPRÜ GÖREVİ ÜSTLENİYORUM Türkiye’de insanların klasik müziğe uzak olduğunu biliyoruz. Bu durumu değiştirme çabalarınız sonuç veriyor mu? Klasik müziğin faydasını çok iyi bildiğim için yaygınlaşmasını istiyorum. En azından çocukların gelişimi için… Ders çalışırken liseli ve üniversiteli gençlerin klasik müzikle veriminin daha yüksek olacağından eminim. Klasik müziğe karşı oluşmuş bir duvar var. Müzik bir dildir ve her müzik türü bir eğitim ister. Dinleyici açısından en zor eğitim klasik müzik eğitimi. O dili çözmek kolay değil. Dili anlamadığımız zaman otomatik olarak kapatıyoruz. Kulaklarımız duymuyor. Ben o köprü görevini üstlenmeye çalışıyorum yıllardır. O insanlara aslında onların bildiği duyguların klasik müzikte de mevcut olduğunu anlatıyorum. Konserde yaptığınız açıklamalarınızın mutlaka önemi var değil mi? Evet, neden? Çünkü bir şeye tercüme etmek gerekiyor, siz sadece o dili verdiğiniz zaman hiçbir şekilde anlamazsınız. Bir hoca lazım ki en azından bir yol verecek, bazı kapıları açacak. Çünkü müzik bir frekans sonuçta. Bir çok kişi bana soruyor “Karnımdaki bebeğe ne tür şeyler dinletmeliyim?” diye. Ben liste veriyorum. Çünkü o gelişim için belli kriterler oluyor; çok ritmik olmaması gerekiyor. Şu şu enstrüman olursa daha iyi olur diyorum. DOĞU VE BATI’YI KUCAKLAŞTIRABİLİRİZ Klasik müziğin eğitim sürecinin zor olduğundan bahsettiniz, çok muhafazakar da bir süreç. Bu eğitim sürecinin içinden gelen bir insan olarak bu “Bach a l’orientale” albümünü yaptınız. Doğuyla batıyı sentezlediniz. Klasikçiler ön yargıyla yaklaşmadı mı? Tabii, albüm çıktıktan sonra yarısı beni aforoz etti, yarısı alkışladı. “Vay be, biz şimdiye kadar yapamadık sen yapabildin…” diyenler de oldu. Ama yargılayanların çoğu albümü dinlemedi, sadece “Dansöz ve klasik müzik nasıl olabilir?” dedi. Bach Asena’yı severdi bence niye sevmesin ki… Bence de… Müzik türleri arasındaki sınırların yapay olduğunu düşünüyorum. Ben o tür ritimleri hiç dinlemezdim o zamana kadar. Bir gün moralim çok bozuktu. Bir teknedeyim. Arkadaşlarım da moralimi düzeltmek için ne koyacaklarını düşünmüş. Chopin ya da Rahmaninov koysan daha da ağlayacak. Başka bir şey lazım. Asena’nın yeni çıkan dans albümünü koymuşlardı, üçüncü parçada sadece ritim vardı. Birden bire masada parmaklarım çalmaya başladı. Gözyaşlarım kurudu. Fikir öyle çıktı. Doğu ve Batı’yı hiçbir zaman sentez hale getiremeyiz ama kucaklaştırabiliriz. Bu tip çalışmalar sadece bir müzik deneyimi değil çağın ihtiyacıdır. İnsanlar birbiriyle kucaklaşmadan önce müzikleri kucaklaşsın. Asena’yı Bach’la, Erkan Oğur’la sopranoyu da bir araya getirdim… Bu bir atölye çalışması oldu; Mısırlı Ahmet de geldi, Afrikalı perküsyon sanatçıları da. Çok enteresan bir harman oldu. İbn-i Sina’yı da Bach’la bir araya getirdim o albümde. Bir anlamda da sınav oldu insanlara; çekememezlik sınavı. Sebebi dansözü küçümsemek mi? Dansözü ikinci sınıf olarak gören insanı biraz sorgulamak gerekiyor. Dansçı benim için Asena, ben Türkiye’de doğmadığım için dansöz denilen kavrama bir ön yargım yok. Aynı şekilde darbuka çalan insanlar benim için perküsyon sanatçısı. Belli önyargılar var. Ben onlarla büyümediğim için serbestim. İstediğim şeyi istediğim şeyle bir araya getirebilirim. Baleyi ağzı açık izleyip oryantal dansa küçümseyerek bakmak… Üstelik kendisi de bu topraklarda yaşarken. Bach’ın müziğiyle yapılmamış deney kalmadı; cazz, Afrika, pop… Tamam, doğu müziği de bunların içinde olabilir. Bach doğuya gelseydi, Allah aşkına etkilenmez miydi bu ritimlerden, bu müthiş enstrümanlardan? Buradan geçseydi mutlaka eserlerine bir şeyler düşerdi. Daha önce “Su” albümü var. Şelale ilk şarkınızdı. Şimdi de “Rain Drops” Nedir suyu bu kadar önemli kılan? Genel olarak tabiat ve onun ana hayat maddesi olarak su benim ilgimi hep çekiyordu. Su enformasyonu tutabilen ve aktarabilen bir madde. Birçok bilim adamı bunu kanıtladı. Düşüncelere ve duygulara bile hassas olan su eğer bu kadar geçirgense ben seni kırdığımda senin içindeki su bozuluyor. Ben sinir hastalıklarına yol açabiliyorum. Gezegenle ilgili de aynı şey. Su öyle bir geçirgen ki bizim son derece hassas olmamız gerekiyor. Sözlerle, duygularla o suyu kirletmemeliyiz. Sıcacık bir yuvada oturuyoruz ve cama yağmur damlaları geliyor, huzur verici ama selden insanlar ölebiliyor da. Yağmurun romantik duygulanımlar yaratması ya da huzursuzluk vermesi; yaşam şartlarımızla ilgili değil mi? Haklısınız ama konu yine temizlik, biz pislettiğimiz için gezegeni, yağmur bizi tedirgin ediyor. Alt üst etmeseydik böyle kötü çağrışımlar olmazdı. Evet bazılarına huzursuzluk verir, versin. Onlar da gitsin de konuyu biraz engellemek için elinden geleni yapsın.
NÂZIM HİKMET’E TEŞEKKÜR BORCUM VAR Edebiyat ve yazıyla da ilgileniyorsunuz. Anadiliniz Rusça ve Rus edebiyatı çok önemli, oradan kimleri takip ediyorsunuz. Bu topraklardaki edebiyatla ilginiz nasıl? Ben 16-17 yaşına kadar yoğun olarak roman okuyordum. Sonra daha çok felsefe, edebiyat ve araştırma türlerine yöneldim. Hâlâ öyle. Şu anda neredeyse roman okumuyorum. Elif Şafak’ın “Aşk” romanına bayıldım. Rusya’dan en çok okuduğum Nicholas Roerich. Sadece edebiyatçı değil yedi binden fazla tablosu olan bir ressam. Bir kültürolog, antropolog, arkeolog… Ona bir senfoni ithaf etmiştim. Şiirleri, bilimsel araştırmaları var. Türkiye’ye geldiğimde Nâzım Hikmet’ten çok etkilendim. Türkçeyi bana en çok sevdiren faktörlerden biri oldu. Bir iki yıl geçmişti onun şiirlerini bir kasette bir arkadaşın arabasında duydum. Çok az şey algıladım ama bir şey vardı onun şiirinde. Çok etkilendim. Bana Rus şair Mayakovski’yi de hatırlattı. Çok severim onu da. Büyük bir teşekkür borcum var Nâzım Hikmet’e. Bu albümde Nâzım Hikmet için yaptığım eser de yer alacak, Rus dönemine ait olan.
POP MÜZİK KONSANTRASYONU BOZAR Pop ve klasik dinlemenin eğitim- ders çalışma açısından farkı var mı? Klasik müzikle pop müziğin en önemli farkı ritim. Pop müzik kolay algılansın diye çok monoton. O monoton ritim insanın konsantrasyonunu bozar. Halbuki tersi düşünülür. Pop müziğin kalp atışlarına ters düşen bir ritmi var. Halbuki klasik müzik çok farklı, hayat gibi, sürekli olarak beklenmedik gelişmeler oluyor ve o bizim bilinç altımızı oraya tamamıyla odaklatıyor; öyle olunca bir noktaya konsantre oluyoruz. Ders çalışıyorsak oradan derse daha kolay ulaşıyoruz. Hayata daha kolay mı adapte oluyoruz klasik müzikle? Tabii ki her müziği dinleyerek ders çalışabiliriz. Pop müzikteki sözler eğer bizim anladığımız dildeyse o ders çalışmayı daha da zorlaştırıyor. Çünkü bu kez söz unsuru giriyor, onlar da çok sıradan, yani o da monoton katman. Benim büyük oğlum, her türlü müziği dinliyor ama özellikle belki bana biraz da protesto olarak ders çalışırken pıs pıs pıs seslerle çalışıyor ve bana bakıyor; “Bak çalışıyorum bir şey olmuyor, anlıyorum, işte bak üniversiteyi de kazandım bu müzikleri dinleyerek.” Ama bakıyorum arada bir Rahmaninov’u dinliyor… Ama böyle fırlama yaşlarında olduğu için benimle deney yapıyor.
RUSYA’DA DOĞMAM ŞANS Yeteneğiniz 3 yaşında tespit ediliyor. Küçük yaşta ona uygun eğitime başlıyorsunuz. Bu şansa sahip olmasanız belki keşfedilmemiş yeteneğinizi mezara götürebilirdiniz… Bu, ülkelerin eğitime bakışıyla, bilinçlilikle ilgili. Bir ülkede temel bir takım şeyler çözülmeden, üstün yetenekli çocuklardan, onların üretiminden bahsetmek bile çok fantastik geliyor. Maalesef bu Türkiye’nin ve böyle ülkelerin bir gerçeği. Rusya’da doğmam şanstı. Orada bedava sağlık hizmeti, ev ve eğitim vardı. Bu şartlarda daha ileri gitmek, sanat, bilim, sporda ilerlemek daha kolay. Benim okuduğum okul da bütün her şey devletindi. Üstün yetenekli çocukların okuduğu bir okuldu, hocalarımız profesörlerdi. Her yıl bir heyet en uzak köylere giderek orda bir sınav yapıyordu. O çocukları, orda yüksek yeteneği olan harika çocukları cımbızla seçip a dan z ye her şeyini karşılıyorlardı. Belki çoğunun ailesi daha önce piyano görmedi, konser kelimesini bilmiyordu ama o çocukların bazıları şu anda dünya çapında müzisyen. Devlet bunu yapmasa hiçbir özel sektör bunu yapamaz. Ama devletin bunu yapana kadar başka o kadar çok şey yapması lazım ki, elektrik, su, yol dediğimiz…
Devrim Büyükacaroğlu

Evrensel'i Takip Et