26 Kasım 2009 00:00
iZLENiM
Sabahleyin kalktığımda geceden kalan sis daha dağılmamıştı.
Sabahleyin kalktığımda geceden kalan sis daha dağılmamıştı. Ortalık tam olarak ışıdığında, sis; gece karanlığının sisi, yerini güneşli bir havaya bıraktı.
Sabahın her günkü telaşı içinde Sennurla erkenden yola çıktık. 9 sularında Çapa Tıp Fakültesi önündeydik. Hastanenin kapısında her günkü giriş çıkışlar sürüyordu. Yalnız duvarlara asılı iki afiş dikkatimi çekti. Birinde; Bu işyerinde grev var! SES Aksaray Şubesi yazıyordu. Ötekinde; Hak ve özgürlüklerimiz için 25 Kasımda grevdeyiz. KESK deniyordu. Bir de kapının önünde güvenlikçilerin yanı sıra dağınık bir biçimde duran, neredeyse yokmuşlar gibi görünen polisler göze çarpıyordu.
İçeri girdiğimizde hastaneye gelip gidenler, aradıklarını bulamayanların tedirginliği içindeydi. Az daha ilerlediğimizde, hastane çalışanlarıyla doktorların çoktan bir araya geldiklerini gördük. Ellerindeki pankartlarda; Sağlık hakkı satılamaz, Parasız sağlık, parasız eğitim, Toplusözleşme hakkımız, grev silahımız yazıyordu.
Buradan ayrılıp Sirkeciye doğru yola çıktığımızda, Fındıkzadeden Çapa yönüne bir grup çalışanın yürüdüğünü gördük.
Sirkeci, Anadolu yakasından geleceklerin toplanma yeriydi. Biz oraya vardığımızda belli bir kalabalık toplanmıştı. Üç dev televizyon canlı yayın aracı garın önündeki yerini almıştı. Trenler çalışmadığından gar boştu. İçeride güneşlenen bir kedi vardı. Anahat gişeleri çalışıyordu yalnızca. Bir de ara sıra garın tuvaletine gidip gelen grevciler...
Kalabalık gittikçe artıyordu. Davul zurna eşliğinde gelen bir grup ortalığı coşturdu. O zaman televizyonlara iş çıktı, oynayanlar duraksar gibi olduklarında, sunucu; Lütfen çalın oynayın! diye uyarıyordu. KESK, SGK çalışanları, Türk Ulaşım-Sen, Haber-Sen, Tez Koop-İş, Türkiye Kamu-Sen, Birleşik Taşıma Çalışanları, Dev Lis, SDP, hep birlikteydiler. Bayram yerinde gibiydiler. Köşede inşaatı siper almış kalabalık bir polis grubu onları gözlüyordu.
Sirkeciden Çapaya dönerken Sultanahmette bir grup Eğitim Senlinin toplaştığını gördük. Beyazıt daha boştu. Hareketsizdi. Ama TVler hazırlıklarını yapmış, canlı yayın arabalarını sıralamışlardı. Bir grup insan da Vatan Caddesinde bir araya gelmişti.
Çapaya ulaştığımızda yer yerinden oynamış gibiydi. Çapadan Fındıkzadeye uzayan bir kalabalık renk renk bayraklarıyla göz alıyordu. Sloganları gökyüzünü tutuyordu. Yolun ortasında davul zurna eşliğinde DİSKlilerin, EMEPlilerin, Eğitim Senlilerin çevrelediği bir grup halay çekiyordu. Burada artık televizyon sunucusunun uyarmasına gerek yoktu. Onlar kendiliğinden coşkularından halaya durmuşlardı.
Kalabalıkla yürürken kafelerden birinin kepenklerini indirdiğini gördüm. Defterime not aldım hemen. Ne oldu, neden korktular ki? diye düşünürken, bir genç yanıma koşup geldi. Biraz üzgün, biraz heyecanlı bir sesle, Yanlış anlama bey amca dedi; kepenkleri destek olsun diye kapadık. Onlar grevdeyken bizim çalışmamız yakışık almaz.
Kalabalık hızla büyüyordu. Polis kordonu da öyle. Fındıkzadede yolumuzu çevirdiler. Kalabalığı tramvay yoluna yönlendirdiler. Böylece trafiği biraz olsun açabilmişlerdi. Halk, yürüyüşçüleri, durup alkışlıyordu. Hele biri vardı, minibüsün camından sarkmış alkış tutuyordu. Kalabalıkla Aksaraya kadar yürüdük. Oradan Vezneciler yoluyla yürüyüşçülerden önce Beyazıta geldik.
Alanda KESKin arabası vardı. Şarkılarla, konuşmalarla halka sesleniyordu. Üstünde; Sözleşmeli değil kadrolu iş için hak ve özgürlüklerimiz için grevdeyiz yazılıydı. Bir de güvercinler vardı ortalıkta dolanan. Havuzun suyu fışkırıyordu. Tam o sırada dersten çıkan bir grup öğrenci, sırtlarında çantalarıyla alana girdi.
Öğrenciler boykotta diye bağırarak... Ardından kalabalıklar sökün etti. Ortada dolanan güvercinler havalandı, havuzun suyu daha yukarılara fışkırdı. İstanbul ayaktaydı şimdi...
Adnan Özyalçıner