03 Aralık 2009 00:00
MERCEK
İsviçredeki minare referandumu üzerinden başlatılan tartışma, ulusal ve uluslararası politika ve para ilişkilerinin konularından biri haline getirildi.
İsviçredeki minare referandumu üzerinden başlatılan tartışma, ulusal ve uluslararası politika ve para ilişkilerinin konularından biri haline getirildi. Cami inşası ve Minareli mi-minaresiz mi olmalı? tartışması, Avrupa ülkelerinde, özellikle sağcı-faşist parti ve gruplar tarafından dini inanç farklılıklarının politik istismar malzemesi olarak kullanılması şeklinde sıklıkla gündeme getirilmekteydi. İsviçredeki son minare referandumu, bunlardan yalnızca biri olmakla birlikte, farklı bir gelişme eğilimine işaret etmesi ve paranın gücüyle inanç özgürlüğü üzerine söylenenler arasındaki ilişkilerin açıkça tartışılmasına yol açmasıyla da denebilir ki, diğerlerinden bir adım daha ileri çıktı. İsviçredeki minare yasağı kararı, bu ülkede yaşayan başka uluslardan ve özellikle de İslam ülkeleri diye tanımlanan ülkelerden gelenlere karşıtlığıyla tanınan İsviçre Halk Partisi tarafından gündeme getirilen önerinin yüzde 55.8lik destek görmesiyle oluştu. Referandum sonucu, burjuva demokrasisi dendiğinde akla ilk gelen ülkelerden biri olan bu ülkede, din-inanç ve düşünce farklılıklarına hoşgörünün durumunu göstermesi bakımından da dikkat çekici oldu.
Gelişme bununla da kalmadı, tartışma AB ülkeleri, Türkiye ve öteki Müslüman ülkeler başta olmak üzere uluslararası boyut kazanacak şekilde yaygınlaştırılmaya başlandı. Türkiye, devlet olarak başbakanı, cumhurbaşkanı, AB başmüzakereci bakanı ve öteki temsilcileriyle harekete geçerken, birçok ülkede dışişleri bakanlarıyla din işleriyle uğraşanlar, açıklamalar yaparak durumun vahametine dikkat çektiler. Basın-yayın organları, İslam tehdidine gönderme yapan ya da minareleri kılıçla kesen karikatürlü haberleriyle, ortalığı kızıştırmaya giriştiler.
Din ve inanç özgürlüğü ve laisizm üzerine mangalda kül bırakmayan sermaye politikacılarıyla basın-yayın alanındaki istismarcı ordusu, İsviçre ve ABnin birçok ülkesinde bir arada yaşayan farklı uluslardan ve inanç kesimlerinden işçi ve emekçilerin aralarındaki ilişkileri dinamitleyen yaklaşımlarla konunun istismarına giriştiler. Demokrasi, hak eşitliği, inançlara hoşgörüyle yaklaşma vb. üzerine ikiyüzlü söylem sürdürülmekle birlikte, bu kez, her bir ülkenin gericileri, İsviçredeki sağcı-gerici partinin tutumu ve devlet yönetiminin politikası üzerinden kendi konumlarının savunusuna giriştiler. Başbakan Erdoğan, İsviçredeki durumu faşizme işaret sayarken, örneğin Türkiyede devlet tarafından Sünni-Hanefi inancının resmi politika olarak dayatılması ve bunun da yüz bin kişilik kadrosu-çalışanı olan bir kurum (Diyanet İşleri Başkanlığı) aracıyla sitemin tamamlayıcı bir unsuruna dönüştürülmesini ve zorunlu din dersi uygulamasını aklına bile getirmek istememektedir. Daha çarpıcı olanı ise Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağışın, İsviçrede referandumdan çıkan minare yasağına karşı, dünya Müslümanlarına, İsviçre bankalarındaki yüklü hesaplarını gözden geçirmeleri ve paralarını Türk bankalarına aktarmaları çağrısı çıkarmasıydı.
Bu sonuncusu, para ile dini inançların; din ve inanç özgürlüğünün, politikanın malzemesi olarak kullanılmasının dolaysız en çıplak ifadesi olarak ortaya çıkmış oldu. Burjuvazinin özgürlük-hak-hukuk-eşitlik-adalet adına sürdürdüğü söylemin, halk kitlelerinin inançlarını, duygu ve özlemlerinin istismarını esas aldığını; bunun, her bir insanın kendi bireysel-vicdani-sorunu olması gereken inanma ya da inanmama sorunu dahil her alana uzandığını, bir kez daha görmüş olduk. Cami-minare ve paranın, kilise ve paranın, Müslümanlık-Hristiyanlık ile para ve politikanın birbiriyle bağlı olarak ve güncel yaşamın sayısız örneğinin ortaya koyduğu şekilde kullanıldığı bir kez daha ortaya çıktı.
Bu durumdan emekçiler için çıkarılacak bir sonuç var. O da, burjuva politikasının din ve inanç alanına girmesine, inançları istismar etmesine izin vermemek; burjuva laisizminin ikiyüzlülüğünü görmek, inançları herkesin kendi vicdani sorunu olarak görmek ve başkalarının inançlarına karşı bir güç-baskı aracı olarak kullanılmasına karşı durmaktır. Dini inançların, mezhep ve milliyet ayrımlarının işçi ve emekçilerin arasına duvar olarak çıkarılmasına izin vermemek ve bugün yaşanan tüm olumsuzlukların kaynağının mevcut iktisadi-politik ve sosyal sistem olduğunu bilerek, bundan kurtulmak üzere sermaye egemenliğine karşı birleşmek! İnançların istismarı üzerinden politika yapanların farklı uluslardan ve inanç kesimlerinden emekçileri birbirlerine karşı kışkırtma tutumuna verilecek en yalın ve tutarlı cevap, onların oyunlarını boşa çıkaracak şekilde, nerede olursa olsun sermaye hakimiyetine karşı birlikte hareket etmek olacaktır. İster İsviçre, ister Türkiye, isterse başka bir ülkede olsun!..
A. Cihan Soylu