06 Aralık 2009 00:00
ODİSSEUSUN YOLDAŞI TANRIÇA ATENA
"Troya savaşı sonrası ülkesine dönerken tanrı Poseydon, Kral Odisseusun gemilerin i batırdı ve azgın rüzgarlar onu, savaş nedir bilmeyen Fayakların adasına çırılçıplak savurdu...
"Troya savaşı sonrası ülkesine dönerken tanrı Poseydon, Kral Odisseusun gemilerin i batırdı ve azgın rüzgarlar onu, savaş nedir bilmeyen Fayakların adasına çırılçıplak savurdu... Fayaklar halkı; günlerce ağırladıkları savaş yorgunu Odisseusa, barış ve sevginin simgesi bir sürü armağan sundular ve onu özel olarak donattıkları bir barış gemisiyle, yirmi yıldır ayrı kaldığı ülkesine yolcu ettiler. Odisseus, inanılmaz o savaş yorgunluğu içinde, gemide uyuyakaldı.Sabaha doğru gemi, Odisseusun özbeöz kendi ülkesi olan İtake Adasındaki dingin bir limana, usulca yanaştı... Tayfalar, uyuyan Odisseusu uyarmadan sahildeki bir zeytin ağacının altına bıraktılar. Fayaklar halkının sunduğu paha biçilmez barış armağanlarını da yanına bıraktılar. Sonra da gemi, geri dönüş yolculuğuna başladı.Olup bitenleri dehşetle görüp izleyen denizler tanrısı eli yabalı Poseydon; diş bilediği Odisseusu cezalandıramadığı için, Kazdağlarında gönlünce dinlenen Baştanrı Zeusun yanına gitti. Ona kol kanat geren kızı Tanrıça Atenadan dert yandı. Oysa tanrı buyruklarını dinlemeyip kendi aklının yolunda giden Asi Odisseusu ve ona yardım eden barışçı Fayaklar halkını cezalandırmak istiyordu. Baştanrı Zeus onu istediğini yapmakta özgür bırakınca da Poseydon; Hemen gidip Fayaklar denen o halkı cezalandıracağım, dedi. Görsünler bakalım, tanrının cezalandırdığı bir insana kılavuzluk edip kurtarmak neymiş! Hem de Zeus baba, en ağırıma giden şey de, gene Fayakların, oğlumu kör eden Odisseus denen bir isyancıyı, barış ve sevgi adına bir sürü armağanla ödüllendirmeleri!... Evet, şimdi gidip Fayakların barış gemisini, denizin içinde taşlaştıracağım! Oturdukları adalarının çevresini de kayalık ve yüksek bir dağla çevirip onları hapsedeceğim!... Bu sözlerden sonra Tanrı Poseydon; denizde kopardığı dalgaları yara yara, kendisine eşlik eden deniz yaratıklarıyla birlikte, doğruca Fayakların ülkesine doğru yol almaya başladı... Ve Poseydon, tam sahile yanaşırken barış gemisini elindeki üç dişli yabayla taşlaştırıverdi!.. Tam bu sıralarda da, ülkesine on yıllar sonra dönebilen savaş ve yol yorgunu Odisseus; daldığı derin uykulardayken, onu hiçbir zaman yalnız bırakmamış olan Tanrıça Atena geldi yanına... Atena; Odisseus uyandığında bu baba toprağını hemen tanıyamasın diye adayı, sis ve bulut kümeleriyle doldurdu. Troya savaşları sırasında başsız kalan ülkesini; bir kene sürüsü gibi asalak egemenler sarmış, halkın ve kendinin birikimlerini habire arsızca sömürmeye başlamışlardı. Üstelik bu egemenlerden bir kısmı; onun sözde dul kalan güzel karısı soylu Penelopeyayla evlenebilmek için konağına yerleşmişler, nesi ver nesi yoksa yiyip içiyorlar, yan gelip yatıyorlardı... Halk ve ailesi artık bu egemen asalakların elinde bir oyuncaktı. İşte Tanrıça Atena; Odisseusun ilk görev olarak halkını ve ailesini bu asalaklardan kurtarmasını istiyordu. Gene Tanrıça Atena; Odisseusun halkın yaşamını güzelleştirsin, adasını örnek bir barış ülkesine dönüştürsün ve Akdenizli kardeş halkların Altın çağlarını başlatsın istiyordu... Bütün gönlünden geçenleri de Odisseusun gerçekleştireceğine inanıyordu. Çünkü Odisseus; ölümlü bir yaratık olmasına karşın, tanrıların söylediklerine değil, her zaman kendi aklının dediklerine inanıyor; onun yönlendirmesiyle kendine ve halkına bir yol yordam seçiyordu. Üstelik içinde yaşadığı dünyayı daha güzelleştirmek ve ona egemen olmak için aletler üretip onları kullanmasını biliyordu. Zaten o kral olduğu kadar aynı zamanda tarlasını süren bir çiftçi; alet kullanmasını bilen bir sanatçı, bir emekçiydi... İnsanı köleleştiren sözde tanrısal yasakları kırmaktan çekinmiyordu. Örneğin Troyadan dönüşü sırasında, tanrısı Poseydonun egemenliği altındaki denizleri bekleyen tek gözlü canavar oğlu Polifemosun gözünü kör etmiş, uzak denizleri ve karaları insanlara yasak eden tanrı dayatmalarından birini kırmıştı. Haliyle bu yüzden de denizler tanrısı eli yabalı Poseydon, ona tepeden tırnağa öfke kesilmişti. Ne var ki savaş denen o iğrenç afetin tanrıçalığını bırakıp akıl ve sanatlar tanrıçalığına doğru evrilen çakır gözlü Tanrıça Atena da, bu çok sevdiği Odisseusu barışçı bir misyonla görevlendirmek istiyordu... Ve işte Tanrıça Atena bütün bunları düşünürken, Odisseus da derin uykusundan aniden uyanıp hemen ayağa kalktı. Çevresine bakındı; ama hiçbir şeyi tanıyamadı. Ne limanı, ne kayalıkları...Amanın, beni gene yanlış bir yere getirdiler... Kim bilir burada da ne biçim yaratıklar vardır! İnsanları konuksever değilse, ben ne yaparım şimdi! diye kendi kendine rast gele söylenmeye başladı... Sonra armağanlar yığınını gördü az ötede... Masum kanları dökerek Troyadan yağmaladığı ganimetler değildi bunlar... Kendisini buraya getiren barışsever Fayaklar halkının armağanlarıydı. Şimdi bu barış armağanlarını nasıl koruyacağım ben? diye yeni bir hüzün sarmalına daha dolanır gibi oldu... İşte o anda gencecik çoban kılığına bürünmüş Tanrıça Atena çıkıverdi karşısına...
Yaşar Atan
Yaşar Atan