06 Aralık 2009 00:00

Daha muhalif, daha yürekli…

9 Ekim’de Barack Obama’ya bahşedilen Nobel Barış Ödülü şu anlamı taşıyordu: “Ülkelerimizi işgal etmediğin için sana minnettarız Obama.” Devamında da şöyle bir temenni gizliydi: “Artık bu ödülü size verdiğimize göre gelecekte bizi işgal etmeye kalkmazsınız değil mi?” Zavallı Nobel jürisinin farkında olmadığı nokta şuydu ki, ABD gibi emperyal kibri okyanuslara sığmayan bir devlet, konu ‘ulusal çıkarlar’ olunca ne başkanının naif kişiliğini dinler ne de ona verilen ödülleri.

Paylaş
9 Ekim’de Barack Obama’ya bahşedilen Nobel Barış Ödülü şu anlamı taşıyordu: “Ülkelerimizi işgal etmediğin için sana minnettarız Obama.” Devamında da şöyle bir temenni gizliydi: “Artık bu ödülü size verdiğimize göre gelecekte bizi işgal etmeye kalkmazsınız değil mi?” Zavallı Nobel jürisinin farkında olmadığı nokta şuydu ki, ABD gibi emperyal kibri okyanuslara sığmayan bir devlet, konu ‘ulusal çıkarlar’ olunca ne başkanının naif kişiliğini dinler ne de ona verilen ödülleri.Obama, Afganistan işgalinin devam edeceğini açıkladığı günden bu yana kaybetmeye mahkum olduğu bir savaşın altına imzasını atmıştır. Artık bu savaş Bush’un değil Obama’nın savaşıdır ve Immanuel Wallerstein’ın “Yazı da gelse, tura da gelse kaybedersin” başlıklı yazısında söylediği gibi işgalin sonucundan bağımsız olarak Obama’nın kaybedeceği bir yola girilmiştir. Savaşın devamı yönünde karar vermek konusunda Obama’nın fazla tasarrufu olmadığı kanısındayım. Fakat yine de artık ABD’nin emperyal kibrine yöneltilecek olan eleştirilerin tek muhatabı Barack Obama’dır. Dave Zirin sosyalist bir spor yazarı. Geçtiğimiz haftaki yazısında Obama’nın Bush’u aratmayan “savaşa devam” konuşmasını eleştirmiş ve şöyle devam etmişti: “Barack Obama, 19 Kasım’da Muhammed Ali’yi bir barış elçisi olarak gördüğünü ve bu yüzden ona hayranlık duyduğunu açıklamıştı. Oysa şimdi kendisi bir savaş elçisi. Eğer hayranı olduğunu iddia ettiği Muhammed Ali’yi bu kadar yakından tanısaydı onun Vietnam Savaşı’na katılmayı reddettiği tarihi konuşmasını hatırlar ve ortak olduğu savaş çığırtkanlığından utanırdı.”Zirin’in yazısında yaptığı gibi Muhammed Ali’nin o meşhur konuşmasını burada paylaşmayı bir borç biliyorum. Gelin dünya tarihinin belki de en karizmatik ve muhalif spor figürlerinden biri olan Boksör Muhammed Ali’nin 1967 yılında yaptığı yürekli konuşmasını hatırlayalım ve günümüz spor dünyasının eksikliğini çektiği ruhun farkına varalım: “Louisville’de zenci diyerek hakaret edilen kardeşlerim köpekler gibi muamele görür ve en basit insan haklarından yoksun bırakılırken buradan 10 bin mil uzaktaki Vietnam’a gidip tanımadığım insanların kafasına bomba ve mermi yağdırmamı istiyorlar. Hayır! Beyaz, köle efendilerinin evrensel hakimiyeti ve karanlık imparatorluğu güçlensin diye evimden 10 bin mil öteye gidip cinayete ve bir başka fakir ülkenin yıkımına ortak olmayacağım. Bugün dünya üzerindeki kötülüklerin ve zulmün sona ermesi gereken gündür. Böyle bir çıkışın bana milyonlarca dolara patlayabileceğini söylediler ama umurumda değil! Bunu daha önce de söyledim ve bir kere daha söyleyeceğim. Benim gerçek düşmanlarım bu ülkededir. Fakir bir ülkenin özgürlük ve eşitlik mücadelesini hedef alan bir işgale katılarak kendimi, halkımı ve dinimi utandıramam. Eğer savaşın, 22 milyon kardeşime barış ve eşitlik getireceğine inansam beni kimsenin askere almasına gerek kalmazdı. Yarın ilk iş kendim giderdim. Kendi inançlarıma ve doğrularıma sahip çıkarak kaybedeceğim hiçbir şey yok. Hapse girebileceğim söyleniyor. Kimin umurunda, zaten 400 yıldır hapisteyiz.”GOLF SAHALARININ FETHİMuhammed Ali’den zıttı Tiger Woods’a ve kendisini dolar milyarderi yapan spora yani golfe geçelim. Ali’nin savunduğu değerlerin belki de tam karşıtlarını yansıtan Woods, geçtiğimiz günlerde “kusursuz imajına” halel getirecek bir olaya karıştı. Karısıyla kavga etmiş cilalı imaj devrinin prensi. Alkol alıp kendini yollara vurmuş. Bünye alışık değil tabii kaçamaklara, bir trafik kazasıyla yakayı hemen ele vermiş. Meğer karısıyla kavga etme sebebi de gizli bir ilişkisinin ortaya çıkmasıymış. Falan filan feşmekan. Tiger Woods kadar az merak ettiğim bir adam olamaz ama senede 92 milyon dolar kazanan bu sporcu/iş adamının adını her andığımda da Balzac’ı hatırlamadan edemem: “Her büyük servetin arkasında büyük bir suç gizlidir.”Golf hakkındaki görüşlerim ise kesin ve nettir. Dünya üzerinden bir aktivitenin silinmesi zorunluluğu ortaya çıksa öncelik golfe verilmelidir. Bizim Golf Federasyonu Başkanı Ahmet Ağaoğlu’nun çok güldüğüm bir sözü vardır: “Golf, aristokratların sporu değildir ama sporların aristokratıdır.” Aristokrat kelimesini Brecht’in diliyle kullanırsak bu cümlede benim için hiçbir sorun yok. Hatta şöyle de okuyabiliriz kendisini:”Golf gereksiz bir spordur.” Spor dedim ama zengin adamın boş zaman eğlencesi demek daha doğru olur. 1920’lerin en başarılı golf oyuncusu Bobby Jones aleni bir ırkçıydı. O dönem golf, siyahlara ve kadınlara kapalı ırkçı ve cinsiyetçi amatör bir spordu. Dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda çok da şaşırtıcı değil bu. Diğer sporlar için de aynı şeyler söylenebilir. Golfü benzerlerinden farklı kılan şeyse sporu ırkçı, elitist, sınıfsal ayrımcı olarak nitelemenin halen mümkün olması. “Ama Tiger Woods siyahidir” çıkışlarınızı duyar gibiyim. Woods’un tıpkı Michael Jordan gibi siyahi kesimin tarihi direnişini ve hassasiyetlerini yansıtmayan ve umursamayan tavrını bir kenara bırakacak ve olaya saf etnik kökenden bakacak olursak bu soruya en iyi cevabı milyarder golfçünün kendisi verir: “Ben Afrika kökenli bir Amerikalı değil Kablinezyalıyım(siyah, beyaz, Hint ve Tay karışımı)” Fakat dediğim gibi burada mesele kesinlikle Tiger Woods’un ten rengi değil, yansıttığı değerlerle alakalıdır. Woods, melez bir adam olarak George Bush’tan daha beyaz bir görüntü çiziyorsa daha fazla konuşmanın bir alemi yoktur. Hele ki kendisini dünyanın en zengin sporcusu yapan sponsorluk anlaşmalarının hepsini ‘görüntüsüne’ yani apolitik, renksiz, iyilik elçisi imajına borçluyken.Golfü, elitist, ırkçı ve ayrımcı oluşu dışında sevimsiz kılan bir diğer özelliği de haddinden fazla yaşam alanını işgal ediyor olması. Neoliberal kent politikalarının selameti uğruna işçi sınıfının ve yoksulların sahip olduğu en mütevazı yaşam alanlarına dahi tecavüz eden kapitalist güçlerin 3-5 elitin boş zaman keyfi için bu kadar değerli ve geniş arazileri peşkeş çekebiliyor olması katlanılamaz bir durum. Hadi futbolu, basketbolu halk sporudur diyerek nispeten hoş görüyoruz ama kodamanlar eğlenecek ve para kazanacak diye daha fazla kent alanını kaybetmeye lüksümüz var mı?Yazımı, ABD’li muhalif komedyen George Carlin’in -toprağı bol olsun- golf üzerine yaptığı muhteşem gösterisindeki sözleriyle bitireceğim: “Bu ülkedeki yoksulların konut problemini halledecek çözüm elimde: Golf sahaları. Hali hazırda çok güzel mahallelerde, kaliteli araziler beyaz, zengin iş adamlarının öğle tatillerini değerlendirdikleri ve ülkeyi kendi çıkarlarına göre nasıl daha iyi hale getirebileceklerini tartıştıkları manasız ve gereksiz golf sahaları olarak harcanmaktadır. Artık bu toprakları bu şımarık azınlıktan kurtarmanın ve onları asıl sahipleri olan evsizlere dağıtmanın vakti gelmiştir. Golf, elitist, ırkçı, küstah ve sıkıcı bir spordur ve bu ülke üzerinde haddinden fazla yer kaplamaktadır. “ Hayatımda bundan doğru çok az şey duydum. Neye ihtiyacımız olduğu ortada: Daha çok Muhammed Ali, daha çok George Carlin. Daha yürekli, daha muhalif, daha demokrat, daha eşitlikçi bir spor çevresi.
Mithat Fabian Sözmen
ÖNCEKİ HABER

Kahraman

SONRAKİ HABER

ODİSSEUS’UN YOLDAŞI TANRIÇA ATENA

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa