08 Aralık 2009 00:00

ALBATROS

Ankara. İki gündür Ankara’da yayıncılık sektörünün sorunlarını tartışıyoruz. Konuyla ilgili hemen her kesimin temsilcileri ile…

Paylaş

Ankara. İki gündür Ankara’da yayıncılık sektörünün sorunlarını tartışıyoruz. Konuyla ilgili hemen her kesimin temsilcileri ile… Tartışma başlıklarından biri de, yayınlama özgürlüğü…
Düşünce ve ifade özgürlüğü, demokratik sistemin en temel dayanaklarından biri olmuştur. İngiliz düşünürü John Stuart Mill, “Özgürlük Üstüne” adlı eserinde, 19. yy.da çökmüş olan kadim Çin uygarlığı ile yükselen batı uygarlığı arasında en önemli farkın, muhalif ve karşıt fikirleri ifade edip edememe olgusuna bağlar. Düşünce ve basın özgürlüğü konusu 17. yy. İngiltere’nin en canlı tartıştığı ve sonuca bağladığı konulardan biri olmuştur. Ve liberalizmin yükselişinin en önemli dayanaklarından biri olur.
Rosa Luxemburg, “özgürlük ötekinin özgürlüğüdür” der ve 1989 yılında Doğu Avrupa’daki zorlama sistemin çöküşü onu doğrular. Nazi işgaline karşı yürütülen direnişin öncülerinden biri olan Milovan Cilas, “totatiter sistemler reformsuz ayakta duramaz, ama reform yapınca da ayakta kalamazlar” der. Bu sözü bir anlamda, ülkemizdeki kısır döngüyü de açıklar. Bir yanda özgürlük istemi, öte yandan özgürlük karşısında korku, Meşrutiyet devrimlerinden bu yana içinden çıkamadığımız açmazı açıklamamıza olanak sağlar. Meşrutiyet yani Anayasa Devrimi olarak nitelenen 1908 Devrimi, bugün Sansürün Kaldırılışının yıldönümü olarak kutlanıyor. Bu tarihten sonra, düşünce ve ifade özgürlüğü geldi, ama ne yazık ki, bunun da her zaman bir bedeli oldu ve olmakta. Şair Eşref’in veciz bir şekilde belirttiği gibi: “Devr-i istibdat da söyletmezlerdi insanı;
Meşrutiyette önce söyletir sonra keserler iflahını!”
Bir yanda ilke olarak ifade özgürlüğü varken, öte yandan bunu kısıtlayan “kanunlar” vardı. Bunu en iyi açıklayan söz ise “basın kanunlar çerçevesinde hürdür” ifadesidir. Her temel hak gibi, düşünce özgürlüğünün var olduğu kabulünden sonra, mutlaka bir “ama” ifadesi gelir. Bir madde ile tanınan özgürlük, öteki madde ile geri alınır, ya da kısıtlanır. Bu kısır döngüden çıkmanın tek yolu ise, Amerikan Anayasasında olduğu gibi, “Düşünce ve İfade Özgürlüğünün hiçbir gerekçe ile kısıtlanamayacağı” şeklinde basit bir ifadeyi, anayasal bir hüküm haline getirmektir.
Ülkemizde, çok partili sisteme geçildikten sonra da, ne yazık ki Bakanlar Kurulunun en önemli işlevlerinden biri de yayın yasakları olmuştur. Bu dönemde Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Sait Faik, Rıza Nur, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Saidi Nursi ya da Kazım Karabekir gibi farklı eğilimlerdeki yerli yazarların ya da Franz Werfel, İlias Venezis, Kazancakis gibi yabancı yazarların kitapları Bakanlar Kurulu kararları ile yasaklanmıştır. Ancak 1961 Anayasası sonrasında ise, yayın yasakları mahkeme kararları ile alınabilir olmuştur. 1971 ve 1980 Askeri Müdahalelerinin en tipik uygulamalarından biri de Sıkıyönetim Mahkemeleri tarafından yayınlanan “Yasak Kitap” listeleri olmuştur. Bu listelerde yerli ve yabancı yazarların kitapları, hatta Dostoyevski, Tolstoy, Steinbeck gibi dünya klasikleri yanında Larousse gibi ansiklopediler de yer alabildi. Kitap, esrar ya da silah gibi bir suç unsuru olarak kabul edilebildi. El konulan yüz binlerce kitap imha edildi. Ne yazık ki, aynı dönemde bir yılı aşkın süre önce yayınlanmalarına karşın birçok kitap, bazı “sivil mahkemeler”, örneğin İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından, “tedbir” gerekçesi ile yasaklanabilip toplatılabildi.
Yasaklama kararlarında bazı tabular yanında, resmi devlet ideolojisinin savunulması kaygısı da egemen oldu.
Temel tabuları şöyle sıralayabiliriz: sol düşünce [ Eski TCK 142, yeni 216. madde; ayrıca yeni TCK 215. madde ve 3713 sayılı TMY], azınlıklar [Eski TCK 159, yeni 301 ve 305. madde; eski 312 yeni 216. madde; ayrıca 3713 sayılı TMY], dini ve din karşıtı düşünce [Eski TCK163 ve 175. maddeler, yeni 125. madde] resmi tarih ve ideolojinin eleştirisi [Eski TCK 159, yeni 301. madde; ayrıca 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu], devletin kutsallığı ve organlarının dokunulmazlığı.[Eski TCK 159, yeni 301.ve 125. maddeler, ayrıca 3713 sayılı TMY], cinsellik [ 117 sayılı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu].
İfade özgürlüğünün kısıtlanması aynı zamanda, inanç, örgütlenme, bilgi edinme özgürlüklerinin de denetim altında tutulması anlamına geliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, 1983 seçimlerinden bu yana temel hak ve özgürlükleri geliştirme vaatleri ile iktidara geliyorlar. Ama sözlerini ne yazık ki tam olarak yerine getirmiyorlar, bazı kozmetik değişikliklerle yetiniyorlar. Özellikle 1999 yılında, Türkiye’nin AB üyeliğine resmen aday olması ile birlikte, bir “geçiş sürecine” geçildiği de kesin.
1982 Anayasası, Türkiye’yi bir vesayet rejimi altına soktu, bütün temel hak ve özürlükler gibi, düşünce ve ifade özgürlüğü de bir “ama”lar kıskacına alındı. Latin Amerika’da askeri rejim sonrası durum, “kontrol altında demokrasi” olarak tanımlanıyor. Düşünce, İfade ve Yayınlama özgürlüğünün anayasal bir teminat altına alınması, aynı zamanda demokratikleşme süreci bakımından da vazgeçilmez bir ihtiyaç.
RAGIP ZARAKOLU
ÖNCEKİ HABER

Protokoller kağıt üzerinde
kaldı

SONRAKİ HABER

EMEP Burhaniye’den dostluk toplantısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...