08 Aralık 2009 00:00

Bir muharebe olarak 25 Kasım

Kamu emekçileri, 1 Aralık 2000 Emek Platformu genel grevinden sonra ilk kez yaygın ve kitlesel olarak iş bıraktı.

Paylaş

Kamu emekçileri, 1 Aralık 2000 Emek Platformu genel grevinden sonra ilk kez yaygın ve kitlesel olarak iş bıraktı. 25 Kasım’da, krizin faturasını emekçilere ödetme politikalarına, zamlara, SSGSS’nin her geçen gün ağırlaşan halk karşıtı sonuçlarına milyonlar dur dedi… Domuz gribi, Demokratik Açılım tartışmaları gibi etkili gündemlere rağmen kamu emekçileri, en başta insanca yaşayacak ücret, parasız eğitim ve sağlık, TİS ve grev haklarının kullanılması önündeki engellerin kaldırılması gibi kendi acil taleplerini siyası iktidarın ve kamuoyunun gündemine sokmayı başardılar. Bu son derece haklı ve meşru eylemi Başbakan’ın yasal değilmiş gibi göstermeye çalışması, aslında onun sadece demokratik kültür ve hukuksal bilgi eksikliğinden değildir. Başbakan ve hükümeti, uzun yıllardır böylesi bir emekçi kalkışması görmemiş ve esas olarak korkmuştur. Tehditkar tutum ise zaten AKP iktidarının sermaye yanlısı ve emekçi karşıtı niteliğinin doğal sonucudur. Aslında grevle verilen mesaj yerini bulmuştur. Ancak esas sorun bundan sonra ne yapacağımız ve de mücadelenin nasıl bir hat izleyeceğindedir.
Lenin, politik taktiklerle savaş taktiklerinin birbirine çok benzediğini, hatta komşu alanlar olduğunu söyler. Kuşkusuz askeri bir muharebeyle sınıf mücadelesindeki bir muharebe olarak grev arasında ordu, insan unsurları, kullanılan silahlar, mücadele biçimleri ve sonuçlar olarak büyük farklılıklar vardır. Savaş bilimi ve savaş taktisyenlerinin başında gelen Alman Clausewitz’in belirlediği dört ilkeyle 25 Kasım grevi ve öncesindeki örgütsel durumumuz arasında ilginç benzerlikler buldum ve paylaşmak istiyorum.
1. İlke: “Var olan bütün güçlerin tümüyle seferber edilmesi gerekir. Çalışmadaki her darlık, her gevşeklik amaca ulaşmayı geciktirir. Başarıyı olasılık durumundan kesin bir kazanım durumuna getirmek için en büyük çabayı göstermek gerekir. Aksi son derece akılsız bir davranış olur. Yani zaferi kazanıncaya dek tüm güçleri seferber ederek dövüş.” Bu ilkeyi çoğumuz teoride biliriz. Ama sorun sendikal mücadelede uygulamamızdır. Eğitim Sen ve KESK’in bundan önce çok eleştirdiğimiz kol yürüyüşleri ve dar güçsüz basın açıklamaları hatırlanmalıdır. Ordumuz (kamu emekçileri) kışlasında (okullar, işyerleri) hareketsiz dururken, kurmayların (yöneticiler) bir şeyler yaptıklarını sanmalarının ne kadar etkisiz ve yanlış olduğunu, 25 Kasım grevi bir kez daha ve açıkça göstermiştir. 25 Kasım eylemini güçlü ve etkili yapan, kitlelere ve işyerlerine dayalı bir mücadele biçimi olmasıdır. Örneğin kendi şube alanımızda iki aya yakın bir süre işyerlerine yönelik olarak yaptığımız ajitasyon ve eylem çağrıları sonucu binlerce emekçi greve çıktı, birçok okul tümüyle kapandı.
2. İlke: “Toplanılabilecek bütün güçleri, tayin edici mücadelenin olacağı yerlerde yoğunlaştırmak.” Yani mücadelede bizim en etkili ve güçlü olacağımız yeri seçmek. Aslında bu siyasi ve sendikal haklar mücadelesinde ana bir kuraldır. Pratikte de birçok kez başımıza gelmiştir. Yine hatırlayacak olursak, Eğitim Sen’in TİS çağrısı için yöneticilerle sınırlı yürüyüşünde İstanbul’da polis barikat kurup önümüzü kesti ve sekiz saat beklememize rağmen tek bir adım bile yürüyemedik. Oysa 25 Kasım’da iş bırakan on binler, ordu bölükleri gibi kortejler oluşturup Beyazıt’a yürüyüşe geçtiklerinde, karşılarına polis barikatı kurulamadı.Yasalar aynı yasalardır. Caddeler aynı cadde, polis aynı polistir. Sadece güçler dengesi bu gösteride emekçilerden yanadır.
3. İlke: “Zaman kaybetmemek. Düşmanın önlemlerini hazırlık halindeyken boğmak. Kamuoyunu yanına çekmek.” Bunu mücadelenin devamını getirmek için oyalanmamak, zaman yitirmemek şeklinde algılamak gerekir. Aslında bu kuralı da sendikal alanda herkes teorik olarak kabul edebilir. Oysa ki sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinde gösterdiğimiz en büyük zaaflardan birisi budur. Yıllardır, temel eylem ve mücadeleler arasında büyük kopukluklar yaşadık. Örneğin son genel grevimizi 1 Aralık 2000’de yapmıştık. Dokuz yıl aradan sonra 25 Kasım’da iş bırakabildik. Aynı kopukluk ve istikrarsızlık 14 Aralık, 21 Aralık iş bırakmaları arasında da yaşanmıştı.
4. İlke: “Kazanılmış her başarıdan en enerjik bir şekilde yararlanmalıyız.” Sınıf mücadelesinde mevzileri daha ileriye taşıyabilmek, girişilen mücadeleden kazanımlar elde edebilmek ile doğru orantılıdır. Siyasi iktidar egemen olarak her zaman saldırı silahlarına sahiptir ve hazırdır. Adli, idari, kolluk güçleri her zaman siyasi iktidarın elinin altındadır. Oysa emekçilerin gücü, üretimdeki rolleri ve kitleselliklerinden gelir. Bu yüzden işçi ve emekçiler mücadelenin biçimini, anın seçimini, örgütsel hazırlık ve güç toplamak gibi birçok unsuru hesaba katmak zorundadır. Özellikle önemli mücadeleler ve eylemler arasına yıllar girdiğinde, emekçilerin bilinçlenme süreçleri de kesinti ve sekteye uğrar.
Bu yüzden ara dönemlerde bu zaafları aşmak için üyelerimize ve tüm emekçilere bilinç taşımalı, onları aydınlatmalıyız. Tarihsel ve evrensel ilkelerden yeniden kendi gerçeğimize ve 25 Kasım ile ilgili değerlendirmelerimize gelelim:
25 Kasım’ın en büyük kazanımlarından birisi, farklı sendikalara üye ya da sendika üyesi olmayan kamu emekçilerinin temel çıkarları için ortak ve birlikte mücadele etmesi gerektiği bilincinin güçlenmesidir. Zayıf olan bu kültürün bundan sonra da başta, tabanda, emekçiler arasında olmak üzere giderek sendikalar ve konfederasyonlar arasında da genişlemesine önem verilmelidir. İşyerlerine yönelik çalışmada binlerce emekçi ile yüz yüze gelinmesinin ve kitlelere dayanan mücadele biçimlerinin işyerlerinde ve üyelerde canlılık, sürece katılma isteği oluşturması sonucu birçok işyerinde yeni temsilcilikler ve işyeri örgütlülükleri kuruldu. Sendikalara olan ilgi ve güvende göreceli de olsa bir artış oldu.
Velilere yönelik toplantı, bildiri dağıtımı ve okul çevrelerine pankart asma gibi yeni çalışma tarzı ve araçlarının da önemli katkılar sunduğunu gördük.
Her şeyden önemlisi, bir kez daha görüldü ki; emekçilerin siyasi iktidara karşı sınıf gücünü ortaya koymada ve emekçi karşıtı politikalarına dur demede, iş bırakma ve grevin yerini tutacak eşdeğer başka bir sendikal eylem biçimi yoktur.
25 Kasım, AKP’nin sermaye iktidarına karşı emek cephesinden atılmış bir ileri adım ama sadece kazanılmış bir muharebedir… Unutmamalıyız ki, sınıf savaşı uzun erimlidir. Daha birçok muharebeyi kazanmak zorundayız. Bu da süreklilik ve devamlılık ister. Topladığımız güçle yeni ve ileri adımlar atmayı gerektirir. Şimdiki dönemsel görevimiz 25 Kasım’ın devamını getirmektir.
NEBAT BUKREK Eğitim Sen İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı
ÖNCEKİ HABER

Yapabileceğimiz bir şey yok mu?

SONRAKİ HABER

Obama, Bush ağzıyla konuşuyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa