08 Aralık 2009 00:00

Sanki büyük bir adam olarak doğdum

Haydarpaşa’dan kalkıp bu diyarı bir ucundan diğer ucuna dolaşan Güney Ekspresi, her soluklandığı istasyonda aldığı sıra dışı yolcuların, yaptıkları sıra dışı seyahatlere tanıklık ediyor.

Paylaş

Haydarpaşa’dan kalkıp bu diyarı bir ucundan diğer ucuna dolaşan Güney Ekspresi, her soluklandığı istasyonda aldığı sıra dışı yolcuların, yaptıkları sıra dışı seyahatlere tanıklık ediyor. Her durakta farklı bir ses, farklı bir kahkaha ve çeşitli hikayeler...
Bir sürü vagon arka arkaya dizilmiş. Bir düdükle, büyük bir gürültü kopararak yavaş yavaş ayrılıyor Haydarpaşa’dan. Köyler, kasabalar, şehirler geçilecek; ırmaklardan, derelerden çağlanacak.
RENKLİ GÖZLÜ KÜÇÜK ADAM
Orta Anadolu’nun kıraç toprağına sonbahar çökmüş. Ankara topraklarından geçerken sabahın ilk ışıkları usulcana ışıyıp ısıtıyor, şafak sisi yavaş yavaş dağılmaya başlıyor. Uzun zamandır hasret kaldığım toprağın kokusunu içime çekmek için kompartımanın camını indiriyorum, boynumu sarkıtıyor, saçımı yele veriyorum. Keskin ve soğuk bir rüzgar yüzümü uyuşturuyor. Birden yan kompartımanda benim gibi başını sarkıtmış küçük bir adamın renkli gözleriyle karşılaşıyorum. İkimiz de karşılıklı gülümsüyoruz. Kafamı içeri çekiyorum, sabah rüzgarı beni kendime getiriyor. Az sonra koridorda yeşil gözlü küçük adamla karşılaşıyoruz ve selamlaşıyoruz.
MARDİN’DEN BİLECİK’E DOMATES TOPLAMAYA
Bilecik’ten bu yana kafileye dahil olmuş. Konuşmayı seven bu küçük adamla hemen tanışıp kaynaşıyoruz. On yedisinden gün almış; kısa boylu, kumral, yüzünden bozkır çocuğu olduğu anlaşılan Bedran, Diyarbakır’a kadar Güney Ekspresi’nin misafiri olacak.
- Nereye gidiyorsun?
- Diyarbakır’dan Mardin’deki köyümüze geçeceğiz.
- Yalnız mısın?
- Yok, kalabalığız. Ailecek gidiyoruz. Ablamlar, kardeşlerim ve amca çocuklarım da var bizim kompartımanda.
- Bilecik’te ne yapıyorsunuz?
- Tarlalarda domates topluyorduk. Her sene bütün yaz boyunca buralara gelip çalışıyoruz. Günlük 25 liraya.
BABA ÖLÜNCE BÜYÜMÜŞ
Bedran ile en az yolumuz kadar uzun bir sohbete koyuluyoruz. Daha on yaşında bir çocukken babasını yitirmiş. Ailenin beş çocuğundan en büyük erkeği olduğu için bütün yük sırtına binmiş. Ve daha çocukluğunun onuncu yılında birden on beş yaş büyümüş, artık bir çocuk değil, ailesinden sorumlu bir delikanlı olmuş. İlkokuldan sonra okulu bırakmak zorunda kalmış. Önceleri hayvanlara çobanlık etmiş, son üç yıldır tarım işçisi olarak çalışıyor.
- Paranı ne yapıyorsun?
- Kardeşlerimin ve kendimin yevmiyelerini toplayıp anama götürüyorum ve böylece geçiniyoruz.
- Kaç kardeşinle çalışıyorsun?
- Ben, ablam ve kardeşim. Yevmiyem 25 TL; onlarınki 23 TL. Diğer iki kardeşim de köyde anamın yanındalar.
- Çalıştığınız işten memnun musunuz?
-Allah’a şükür bizi idare ediyor, bazen zor oluyor. Bazı insanlar Doğuluyuz diye hor görüyorlar, bazı yerlerde de yemek verilmeyince kendi yemeğimizi yapmak zorunda kalıyoruz, ama gene de iyi.
ÇOCUKLUĞUNU YAŞAYAMADAN...
Bedran ile derin derin meselelere dalıyoruz, siyasetten spora her şeyi konuşuyoruz. Tüm sohbetimiz sırasında her Anadolu çocuğunun özelliği olan, haddinden fazla saygılı tavırları oldukça dikkat çekiyor. Sonunda konu gelip Mardin’e dayanıyor. Bu bahar köyüne gitmem için söz alıyor.
Daha hayatının baharında akranları gibi okulda olması, oyun oynaması gerekirken hayat ve ülke şartları onu, kendisine iki beden büyük gelen işlere zorlamış. Okul sıraları yerine domates tarlalarında çalışıyor. Onun bütün çocukluk hakları hasır altı edilmiş, gurbet yoluna düşmüş. Ailesinin nafakasını kazanma savaşını veriyor. Konuşurken yüzünde olgun bir erkeğin ifadesi beliriyor. Yüzü görülmese, sesi duyulmasa, konuşmaları yazılı bir metin olarak yayınlansa, 45 yaşında bir aile babası zannedilirdi. Gayet ciddi bir üslupla tane tane anlaşılır bir şekilde sözcükleri kullanarak, saygıdan ödün vermemek için kendini sıkarak konuşuyor.
Çocukluğu hep içinde kalmış.
- Hiç oyuncağın oldu mu Bedran?
- Benim hiç oyuncağım olmadı ve hiç oyun peşinde koştuğumu hatırlamıyorum, Allah sanki büyük bir adam olarak beni yolladı bu dünyaya.
- Nasıl hayallerin var Bedran, biraz anlatır mısın?
- Çalışıp ailemizi kimselere muhtaç etmeden geçindirmek. Bir de bir araba alıp kendime göre bir iş kurmak istiyorum.
YOLCULAR HEP DEĞİŞİR...
Bu tren Bedran gibi nice hayat hikayelerini taşıyor. Her istasyonda bir yığın hikaye bırakıp bir yığın hikaye alıyor. Her istasyonda yüzler değişiyor, şiveler değişiyor. Birileri iner, birileri biner; yolcular hep değişir ama tren hep yolunda gider. Türlü türlü insanlar; her yaştan, her cinsten. Sohbetler kimi zaman güldürüyor, kimi zaman hüzünlendiriyor. Sadece hayatlarını değil yolluklarını da paylaşıyor yolcular.
Nihayet uzaktan Kayseri’yi kucağına almış Erciyes beliriyor. Ve yolculuk bittiğinde bütün istasyonlarda yaşanan manzara tekrarlanıyor. Kimisi kucakla karşılanıyor; kimisi evine, işine gitmek için otobüse binmeye hazırlanıyor.
Sonra sıra trene binip gözyaşlarıyla uğurlananlara geliyor. Onlar da kendi hikayeleriyle yeni bir yolculuk başlatıyorlar. Ve tren her hareket edişinde, arkasında sallanan bir sürü el bırakıyor. (İstanbul-Kayseri/EVRENSEL)
Yunus Keleş
ÖNCEKİ HABER

Tarlalar köstebek yuvası

SONRAKİ HABER

KIRILMA NOKTASI TRT2 23.30

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...