17 Aralık 2009 00:00
GÖZLEM
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), bu yılın ağustos, eylül, ekim döneminde gerçekleşen resmi işsizlik rakamlarını açıkladı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), bu yılın ağustos, eylül, ekim döneminde gerçekleşen resmi işsizlik rakamlarını açıkladı. İşsizlik gibi son derece somut, ekonomik-sosyal boyutları kadar psikolojik etkileri itibariyle toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren bir konuda açıklanan resmi rakamlar bile yeterince ürkütücü.
Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) tanımına göre çalışma çağında olup da (15-65 yaş arası) işe başlamaya hazır olanlar, fiili olarak iş arayanlar ve iş aramasına rağmen iş bulamayanlar işsiz olarak tanımlanıyor. TÜİK, her yıl üç aylık dönemde yaptırdığı işgücü anketlerinde Son bir hafta içinde, en az bir saat gelir getirici bir işte çalıştınız mı diye soruyor. Anketi yanıtlayanlar bu soruya evet demişlerse, ne kadar çalıştıkları, hangi koşullarda çalıştıkları, sosyal güvencelerinin olup olmadığı, ücretlerini alıp almadıkları hiç önemli değil. Son bir hafta içinde en az bir saat çalışmışlarsa, işsiz değil çalışıyor sayılıyorlar. Referans dönemi olarak kabul edilen son bir hafta içinde, çok kısa süre çalışmış olanlar eksik istihdam tanımına girdiği için işsiz sayılmıyor. Böyle olunca pek çok emekçi ailesi için yıkım ve sefalet demek olan işsizlik sorunu, TÜİK ve hükümet için sadece sayısal değer olmaktan öteye gitmiyor.
Ekonomide işlerin yolunda gittiği, ülke ekonomisinin toparlanma eğilimine girdiği iddia edilse de, gerçekte durum hiç de iç açıcı değil. Eylül 2008de krizin ilk etkileri görülmeye başlandığında, hükümet ve medyada toparlanmanın 2009un ilk yarısında başlayacağı ifade edilmişti. 2009un ilk altı ayı geride kaldığında aynı koro bu sefer de 2010da toparlanma başlar demeye başladı. Şimdi de aynı ekip, 2011den önce ekonominin krizden çıkmasının mümkün olmadığını belirtiyor. Anlaşılan bu iş böyle sürüp gidecek.
2009 Eylül dönemi işsizlerin yüzde 24.9unu çalıştığı iş geçici olup işi sona erenler, yüzde 23.6sını işten çıkarılanlar, yüzde 15.6sını kendi isteğiyle işten ayrılanlar, yüzde 8.1ini işyerini kapatan ya da iflas edenler, yüzde 6.8ini ev işleriyle meşgul olanlar, yüzde 11.2sini öğrenimine devam eden veya yeni mezun olanlar, yüzde 9.8ini diğer nedenler oluşturmuş.
TÜİKin açıkladığı bir diğer önemli sonuç, yaptığı işten ötürü herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışanların durumu. TÜİKe göre Türkiyede ücretlilerin yüzde 45.5i herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olarak çalışmıyor. Rakam yüksek gibi görünse de kayıt dışı çalışmanın yüzde 50den fazla olduğu bilenen bir gerçek.
Eylül 2009 itibariyle resmi işsiz sayısı 3 milyon 396 bin olarak açıklansa da, tanım gereği sayılmayan işsizlerin sayısı 2 milyona yaklaştı. Resmi işsizlik rakamlarıyla, fiilen işsiz olan ancak işsiz sayılmayanları topladığımızda, en iyimser tahminle gerçek işsiz sayısının açıklanan rakamlardan çok daha fazla olduğunu görmek mümkün.
Yine önemli bir gösterge olan İşgücüne Katılma Oranı (İKO) Eylül 2008de yüzde 47.9 iken, Eylül 2009da yüzde 49a çıkmış. İddiaların aksine, giderek derinleşen kriz sürecinde bu artış, tıpkı sanayi devriminin ilk yıllarında olduğu gibi emekçi ailelerinin her yaş ve cinsten bireylerinin (özellikle kadınların) zorunlu olarak ücretli çalışmak zorunda kaldığını gösteriyor.
Giderek büyüyen işsizlik sorunu karşısında sendikaların kriz ya da başka bir nedenlerle işsiz kalan üyelerine yönelik olarak somut politikalar geliştirebildiğini söyleyemeyiz. Emek örgütleri, giderek büyüyen işsizler ordusuna iyi komuta edip onları krizi yaratan nedenlere ve sonuçlarına yönelik mücadele içine çekemedikleri sürece, bir adım ileri gidebilmeleri mümkün değil.
ERKAN AYDOĞANOĞLU