19 Aralık 2009 00:00
YENİ DÜNYA
Geçtiğimiz haftanın ön plana çıkan gelişmelerinden biri, uluslararası kredi değerlendirme kuruluşu olan Fitchin Türkiyenin uzun vadeli döviz cinsi kredi notunu BB+ya yükseltmesi idi.
Geçtiğimiz haftanın ön plana çıkan gelişmelerinden biri, uluslararası kredi değerlendirme kuruluşu olan Fitchin Türkiyenin uzun vadeli döviz cinsi kredi notunu BB+ya yükseltmesi idi. Bu açıklamanın arkasından bir açıklama da Sanayi Bakanı Zafer Çağlayandan geldi. Çağlayana göre Fitchin not yükseltmesi, tıpkı Başbakanın dediği gibi krizin Türkiyeyi teğet geçtiğinin en önemli göstergesiydi.
Erdoğanın siyasi tarihimize geçecek Hamdolsun kriz teğet geçecek açıklamasının üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçti. Ülkemizde bankacılık sistemi henüz türev enstrümanlarla haşır neşir olmadığından, bankacılık sistemi krizden büyük bir darbe yemedi. Aksine, kredi piyasalarında yaşanan kısa vadeli bir sıkışıklığın ardından özellikle hisse senedi piyasalarında yaşanan hızlı toparlanmanın etkisiyle büyük kârlar elde ettiler. Elbette, dünya piyasalarında rekor derecede düşük seviyelere çekilen faiz hadlerinin de, finansman maliyetlerini aşağı çekerek bu kârlarda büyük payı oldu.
Sadece bizde değil diğer ülkelerde de kısa süre önce krizin başlıca sorumlusu olarak gösterilen finansal aktörler, bu süreçten en fazla kârlı çıkanlar oldu. Geçtiğimiz yıl içerisinde bankaların kârlarındaki artış kadar ön plana çıkan bir diğer olgu ise CEOlara dağıtılan yüklü ikramiyelerin geri dönüşü oldu. Kısacası, bankalar söz konusu olduğunda 2007 Kasımından bu yana geçen iki yıl içerisinde başladığımız yere döndük.
Yönümüzü reel piyasalara çevirdiğimizde ise çok farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Finansal piyasalardaki güçlü toparlanma sinyallerine rağmen istihdam rakamlarında bir toparlanma yaşanmıyor. ABD başta olmak üzere birçok ülkede istihdam rakamları son 30 yılın en kötü seviyelerinde seyrediyor. Görünen o ki, düşük faizlerin beslediği yeni bir balon oluşuyor.
Ülkemizde de durum pek farklı değil. TÜİKin geçtiğimiz hafta içerisinde açıkladığı rakamlar, krizle geçen bir yılın bilançosunu da ortaya koymamızı kolaylaştırıyor. Burada TÜİKin hesaplama yöntemlerindeki değişiklikten kaynaklı olarak var olana oranla oldukça iyimser bir tablo çizildiğini de şimdiden ekleyelim.
2009 yılının 9 aylık bölümünde ekonomide yüzde 9.4 daralma yaşandı. İşsizlik oranı ise eylül ayı itibariyle geçtiğimiz yılın aynı dönemine oranla yüzde 2.7 artarak, yüzde 13.4 seviyesinde gerçekleşti. Tarım dışı istihdam rakamlarına bakıldığında, işsizlik oranı yüzde 17lere yaklaşıyor. 15-24 yaş arası genç nüfusun yaklaşık dörtte biri işsiz durumda. Bu resmi işsizlik rakamlarının gerçek manzarayı tam olarak yansıtmadığını belirtmeliyiz. Çünkü, iş bulma umudunu yitirip başvurularını yinelemeyenler, mevsimlik işçiler ve part-time ya da geçici işlerde çalışarak eksik istihdam edilenler, bu istatistiklere yansımıyor. Bu grubu da dahil ettiğimizde, gerçek işsizlik rakamı yüzde 22nin üstüne tırmanıyor. Bu durum, dünyanın neresine gitseniz krizin ağa babası olarak tanımlanır. Ama bizde iktidar hamdolsun deyip geçiştiriyor. Diğer yandan 3. çeyrek bilançolarına yansıyan şişkin banka kârları ve sanayi sektörünün kârlarında yaşanan toparlanma, toplumun geniş bir kesiminin artan yoksulluğu pahasına kimlerin cebini doldurduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Bu arada Başbakanın bütçe görüşmelerinde vurguladığı bir noktaya daha değinmekte fayda var. Başbakan, 2002 yılında Türkiyenin yüzde 28 dolayında faiz ödediğini, bugün ise bu oranın yüzde 9.12 seviyesine kadar gerilediğini belirtti. Bu rakamlar son derece yanıltıcı. Çünkü, iki dönem arasındaki enflasyon farkını hesaba katmadığı gibi, bu süreçte uluslararası faiz oranlarında yaşanan büyük gerilemeyi de es geçiyor. Bugün halen ABD başta olmak üzere pek çok erken kapitalistleşmiş ülkede faiz oranları tarihi düşük seviyelerde tutuluyor. Bu açıdan bakıldığında, Türkiyenin borçlarına uygulanan risk primi halen yüksek seviyelerdedir. Üstelik, kur riskinin geçmişe oranla çok daha düşük olmasına rağmen...
MURAT BİRDAL