21 Aralık 2009 00:00
BAŞYAZI
TEKEL işçileri hak aradıkları için Ankaranın göbeğinde, polisin insanlık dışı saldırganlığının hedefi oldu.
TEKEL işçileri hak aradıkları için Ankaranın göbeğinde, polisin insanlık dışı saldırganlığının hedefi oldu. Ama bu saldırıya en büyük tepkiyi göstermesi gereken Türk-İşin, genel sekreterinin çabalarına karşın, harekete geçtiği gözlenmiyor. Şubelerden, illerden gelen tepkilerde de bu tür durumlarda alışkanlık haline gelmiş, belli örgüt ve çevrelerin açıklamalarını aşan bir hareketlilik söz konusu değil.
Benzer biçimde, kamu emekçilerine yönelik hükümet saldırısı da sürüyor. Hükümetin, kamu emekçileriyle hesaplaşmayı demiryolcular üstünden yapacağı anlaşılmaktadır ve sendikalar sessizliklerini sürdürürse, hükümetin saldırısını derinleştirerek sürdürmesi sürpriz olmayacaktır. Dün Eğitim Senden açıklandığına göre 25 Kasım grevine katıldığı için pek çok eğitimci hakkında soruşturmalar açılmış, birçoğuna da maaş kesme cezası verilmiştir!
Ancak burada da mücadelenin başına geçmesi gerekenlerin, (Kamu-Sen ve KESK merkezlerinin), hükümetin saldırılarına yanıt vermek için harekete geçeceklerine dair bir belirti yoktur.
DTP kapatıldı; iki milletvekilinin milletvekillikleri düşürüldü, ama demokratlarımız; basındaki, demokrasi deyince mangalda kül bırakmayan yazar-çizer takımı, AKP içinde Demokrasiden yanayız diyenler topluluğu, hâlâ DTPli vekillerin Öcalan istedi diye milletvekilliğinden istifa etmekten vazgeçip Meclis çalışmalarına dönmelerini eleştiriyor; BDP için de yeni kimlik-kişilik tarif ediyorlar. Aman siz DTP gibi yapmayın, Öcalanla aranıza mesafe koyun demeye getiriyorlar. Sanki koca parti neyi nasıl yapacağına karar vermek için köşe yazarlarından ya da AKP destekçilerinden akıl alacakmış gibi! Sonuçta Öcalanla nasıl ilişki kurulacağını belirleyecek olan partinin kendisidir.
Elbette basın, partilerin politikalarını eleştirebilir; ama o partinin kiminle nasıl ilişki kuracağını, kimi dinleyip kimi dinlemeyeceğini belirleyemez. Eğer bir partinin, bir kişi ya da çevreyle kurduğu ilişkilerden türeyen politikalarını beğenmiyorsanız, bunu eleştirirsiniz. Ama bizde, en azından şu açılımın, gündemin ön sırasına çıkmasından beri tersi oluyor. Genellikle basın, Öcalanın önerilerini, Kürt siyasi çevrelerine yönelik uyarılarını makul, faydalanılması gerekir buluyor (bazı yazarlar bunu, örneğin Ertuğrul Özkök, Öcalanla doğrudan görüşülsüne kadar götürüyorlar) ama öte yandan Vay niye Öcalanı dinliyorsunuz!, Vay, Öcalan böyle söyledi diye sen bunu yapıyorsun diye Kürt siyasi mihraklarını eleştiriyor. Çoğu zaman da basın, eleştiriyi aşarak, Kürt mihrakların tutumunu, bir aşağılama ve karalama kampanyasına dönüştürüyor.
Dün, önce DTPnin kapatılmasına karşı çıkan; Anayasa Mahkemesini, kararını ve hükümetin ona verdiği desteği eleştiren çeşitli parti ve siyasi çevreler, bu açıklamadan sonra Türk-İşin önüne giderek, Türk-İşi TEKEL işçilerinin sorunlarına eğilmeye çağırdılar. Elbette bu bir rastlantı da değildi, bir mizansen de!
Kısacası Türkiyenin emek ve demokrasi mücadelesinin yaraları açılmış, kanamaktadır. 2010a da bu yaralarla girilecek gibi görünmektedir.
Ancak şu da bir gerçek ki; bugün, demokrasi ve emek güçlerinin birliği, dünden daha da çok önem kazanmıştır.
Bu yüzden de ya sendikalar ve konfederasyonlar, bu uyuşukluktan ve hükümet etkisinden sıyrılıp emek mücadelesinin önüne geçecek; bununla da yetinmeyip, demokrasi mücadelesi saflarında yer alacaklar, ya da emek mücadelesi kendilerini de hedef alacak! Bu sefer öncekiler kadar kolay sıyrılamayacaklar hedef olmaktan!
Tersi de var tabii. Demokrasi yanlısı güçler de kendi aralarında prosedür ve protokolü bir yana koyup, bir demokrasi cephesinde birleşmezlerse; emek mücadelesi içindeki etkilerini emekçilerden yana kullanmazlarsa, mücadele, kendi yolunu bunlara rağmen aşacak bir mecraya yönelecektir.
Yaralar açık, kanamaya devam ediyor. Çaresi emek ve demokrasi güçlerinde!
Zaman öyle bir döneme doğru akıyor.
İHSAN ÇARALAN