28 Aralık 2009 00:00
Iraklı kadınlar kentlerden kaçıyor
Dört milyon Iraklı, yaşadıkları bölgeyi terk edip başka bölgelerde yaşamak zorunda kaldı. Ancak bu konuda pek de dikkati çekmeyen bir konu şu ki, bu insanlar, kimlikleri veya etnik kökenleri dolayısıyla canlarını korumak amacıyla köylere mecburen yerleşiyorlar. Ayrıca her zaman olduğu gibi kadın, şiddetin tüm çeşitleri karşısında en zayıf kurbanı oluşturuyor. Aşağıda, yaşadıkları kentleri terk edip, günlük hayatın ihtiyaçlarının çoğunun mevcut olmadığı yakınlarının köylerine göç eden kadınların hikayelerini okuyacaksınız.
Dört milyon Iraklı, yaşadıkları bölgeyi terk edip başka bölgelerde yaşamak zorunda kaldı. Ancak bu konuda pek de dikkati çekmeyen bir konu şu ki, bu insanlar, kimlikleri veya etnik kökenleri dolayısıyla canlarını korumak amacıyla köylere mecburen yerleşiyorlar. Ayrıca her zaman olduğu gibi kadın, şiddetin tüm çeşitleri karşısında en zayıf kurbanı oluşturuyor. Aşağıda, yaşadıkları kentleri terk edip, günlük hayatın ihtiyaçlarının çoğunun mevcut olmadığı yakınlarının köylerine göç eden kadınların hikayelerini okuyacaksınız.
Iraktan ve özellikle Bağdattan göç olayları büyük oranda azaldı. Ancak bu durum, geçmişte farklı etnik ve mezhepten insanların beraber yaşadığı bölgeler, bugün bölünmüş bölgelere dönüştükten sonra yaşandı. Ayrıca mezhepsel çatışmalar dolayısıyla göç edenler, hükümetin, dönen her aileye ödediği 850 dolar gibi büyük teşviklerine rağmen, geçmişte yaşadıkları bölgelere tekrar dönemiyor. Ödenen bu tutar, talan ve tahrip edilen bir evin sadece bir odasının dahi tamirine yetmemektedir.
ÖNCE TEHDİT
SONRA GÖÇ
Göç ya da yer değiştirme sorunu, psikolojik ve sosyal açılardan ve özellikle kadın açısından, aslında tahmin edilenden de daha derin bir sorun. Zira yetiştiği toplumu mecburen terk ediyor; gelenek, görenek ve toplumsal ilişkiler açısından büyük farklılıklar barındıran başka bir toplumda yaşamaya başlıyor.
Sacide, söz konusu göç olgusu açısından canlı bir örnek oluşturuyor; Sacidenin ailesi, katlanmış ve içine de bir kurşun ilave edilmiş tehdit mektubunu aldıktan sonra, ya büyük oğlunun ve bazı akrabalarının yerleştiği Suriyeye göç edecek ya da Sacidenin annesinin köyü olan ve halen dayılarının da yaşadığı köye yerleşecekti.
Irakta, göç ettirilmek istenen bir aileye, bir tabanca ya da tüfek mermisi ilave edilmiş bir tehdit mektubunun, evin dış kapısı önüne bırakmanın yeterli olduğu ve bunun da Gitmezsen ölürsün anlamına geldiği, bilinen bir şeydir. Böyle bir tehdit; korku veya panik yaratarak, yaşanan ev ya da bölgenin, arkada her şey bırakılarak, en kısa sürede terk edilmesi için yeterlidir.
Sacidenin ailesi, önce Suriyeye göç etmeyi düşündü. Ancak üzerine bir de sefaletin ekleneceği gurbeti göze alamayan aile, modern hayata tüm açılardan uzak olan köye yerleşmeyi tercih etti. Her ne uzak bir köy de olsa ve o köyde internet ya da düzenli telefon bağlantısı veya elektrik de olmasa, ara sıra Bağdatı ziyaret etme fırsatını bulacaktı. Nihayetinde Sacide, iki evladını yitirdiği etnik çatışma cehenneminde, annesinin ve akrabalarının yaşadığı köye yerleşmeyi tercih e-der. Bağdatta medya sektöründe çalışan Sacide, işyerinden uzun süreli bir izin alır. Ancak Sacide, göç ettiği köyün bulunduğu Babil şehrinde, bütün hayatını burada sürdürmenin mümkün olmadığını ifade ediyor.
HEM EVİNDEN
HEM EŞİNDEN AYRILDI
Doktor Henan Ali ise can korkusu sebebiyle, yaşadığı başkentten ayrılıp, geçmişte subay olan kocasının köyüne yerleştiğinde daha büyük sorunlarla karşılaştı. Henan, kocasının köyünde, her tarafta yayılan silahlı insanlar dolayısıyla kendini korku hapishanesinde buldu. Herhangi bir kan bağı olmayan bu silahlı insanlar, muayenehanesine zorla girip, bazen bir arkadaşlarını tedavi etmesini, bazen de kendilerine ilaç vermesini talep ettiler. İşgalci ABD askerleri de Henanı, silahlı insanları tedavi ettiği gerekçesiyle tehdit etmeye başladılar. Bunun üzerine Henan, kocasının köyünü terk ederek, Irak içlerinde başka bir şehre yerleşmek zorunda kalıyor. Şu anda Henan, mecburen kocasından ayrı yaşıyor, kocası da, tutuklanma tehlikesini bertaraf etmek amacıyla ailesinin köyünde yaşıyor.
Henan, kocasını köye yerleşmeye sürüklediği için bugün pişman olduğunu söylüyor. Zira yerleştikleri köyün yer aldığı Batı bölgeleri, eski Irak yönetiminin devrilmesinin ardından, özellikle silahlı güçlerin ABD askerleriyle ve hükümet güçleriyle giriştikleri şiddetli çatışmalar ardından Kırmızı Hatlara dönüşmüş. Bu durumda Henanın, insana hizmet temeline dayanan mesleğini tehlikelerden uzak bir şekilde icra etmesi mümkün olamıyor.
HAYALLERİN KATLİ
Vefa Sadek, kırsal kökenli bir gençle olan evliliğini olumlu olarak değerlendiriyor.
Kırsal kökenli insanların taşıdıkları ahlaki değerlerle beraber, asil değerlere sahip olmalarının, çekilen zorlukları büyük oranda hafifleştirdiğini söylüyor. Mesela Vefanın kocası, kendi ailesine son derece bağlı; insanlar, durum ne olursa olsun, diğerinden vazgeçmiyor, dayanışmayı sürdürüyorlar. Dolayısıyla Vefa, herkesin birbiriyle ilgilendiğini, dolayısıyla kendini dayanışma içinde hissettiğini belirtiyor.
Ancak, üç çocuk doğurmuş olmasına rağmen ortaokul öğrenimini tamamlamayı hâlâ hayal eden Vefa, köyde yaşamayı sürdürmenin, hırslı bir kadının hayallerinin katli anlamına geldiğini itiraf ediyor. Kendisi, kızların okuyabilecekleri bir okulun bulunmadığı köyde, küçük kızının geleceği konusunda kaygı duyuyor. Kızların okumaları konusunda köyde var olan gerici düşünce karşısında, kızının okuyamayıp, sadece ilkokul mezunu kalacağından endişe duyuyor.
Mahmudiyenin bir köyüne yerleşen Hena Abud ise, geçmişte bir mühendisti. Ailesi, can korkusu sebebiyle yaşadığı bölgeyi terk ediyor. Ayrıca, Henanın çalıştığı dairenin, mezhebi kontenjan oyunlarının içine düşüp, belirli mezhepten insanlara kapalı bir hale gelmesi de, ailenin göç etmesinde bir başka etken oluyor.
Hena, istihdam imkanlarının azlığından, köyden bir kadının tek başına başka bir yere gidip gelmesinin zorluğundan ve dolayısıyla yeni bir işe girememesinden şikayet ediyor. Ayrıca Hena, şehirden göç etmiş kadınların, yaşadıkları ortamdan uzak olmaları sebebiyle, kendilerine uygun insanla karşılaşmalarının mümkün olmadığı, dolayısıyla Evlenme fırsatlarının çok sınırlı olduğu konusuna değiniyor. Bu yüzden kendisi de, gençliğinin arda kalan yıllarında evlenememe kaygısıyla, ortaokul mezunu olan amcası oğlu ile evlenmeye razı oluyor. Hena, kısmete ve nasibe inandığından, böyle bir karar almaktan pişmanlık duymuyor; ancak alıştığı sosyal ortamı bulamamanın hüznünü devamlı hissediyor. Arkadaşlarından uzak kalmanın, geçmişte arkadaşlarıyla gittiği çarşı ve mekanlardan uzak kalmanın çok zor bir durum olduğunu ifade ediyor.
Yedi çocuk annesi bir ev hanımı olan Um Alaa*, bu konuya değişik bir açıdan bakıyor; kendisi, şehirdeki günlük yaşama kıyasla köydeki yaşamın daha rahat olması dolayısıyla durumdan memnun. Zira kendisi, terk ettiği eve kira ödemiyor; şu anda tutuklu olan kayınbabasının, kendisine ailesinden ileride miras kalacak olan bir arsada inşa ettiği iki odada yaşıyor.
BU İĞRENÇ FİLM
BİTECEK
Edebiyat fakültesi mezunu Vedad Abd El-Hak ise, etnik şiddet olaylarında babasını ve erkek kardeşini kaybettikten sonra, ailesinden sağ kalanlarla beraber, şehirden göç edip, köye sığınmak zorunda kalıyor. Ancak kendisi, şehre geri dönmenin ve keza göç etmiş bir aile tarafından işgal edilmiş evlerine tekrar yerleşmenin hayalini kurduğunu, evlerini geri alana kadar da vazgeçmeyeceğini vurguluyor.
Vedadın ailesi, evlerini geri almak için hükümet güçlerinden yardım talep etmiyor; zira intikam korkusu yaşıyorlar. Dolayısıyla Vedadın ailesini, amcaların köyünde yaşamak zorunda kalıyor. Vedad, köydeki kadınlarla fazla ortak yönleri olmadığından pek de yakınlık kuramadığını ifade ediyor. Ama, tekrar Bağdata dönmenin ve bu iğrenç anormal film sona erdiğinde, orada kendisine uygun bir görev bulmanın hayalini kurmaya hâlâ devam ettiğini belirtiyor.
Lübnanda günlük
yayımlanan Al-Akhbar gazetesi, Bağdattan gazeteye yazan: Zeyd el-Zeydi, Arapçadan çeviren:
Adnan Yılmaz