11 Ocak 2010 00:00
EVRİM/DEVRİM
TEKELciler sadece sözcü ve ses yükseltmeyi temsil ediyorlar diye bitirmiştik önceki yazımızı.
TEKELciler sadece sözcü ve ses yükseltmeyi temsil ediyorlar diye bitirmiştik önceki yazımızı. İşçi sınıfına, sömürülen yığınlara, onların durumuna, sessizlik ve hak arama zorunluluğuna, üstelik düzenden dışlanmışlıklarına gönderme yapmıştık.
TEKEL işçisinin bugün önemli bir rol oynadığı ortada. Sözcülüğü üstlenmiş, tepki veriyor. Tepki vermeye çağırıyor. Ve gösteriyor. Ne yapmak kadar, ne yapmamak gerektiğini gösteriyor.
Özelleştirmenin en son kurbanı TEKELci. Özelleştirmecilikle işçi sınıfı arasında kurulmuş olumlu/olumsuz ilişkiyi ve en önemlisi sessiz kalındığında gelinen yeri gösteriyor her şeyden önce.
Özelleştirme propagandası yapılmıştı. Küreselleşme çağında kader olduğu, karşı çıkılamayacağı söylenmişti. Sümerbank, PO, EBK, SEK, Telekom işçilerinin, yani özelleştirilen devlet işletmelerinin işsiz kalan binlerce işçisinin kafası karışmıştı. Kaybedecek şeyleri vardı, asıl bundan karışmıştı. Geçmiş dönemden kalma hak kazançları vardı ve hemen hemen kural olarak ses yükseltip bu hakları tehlikeye atmaktan kaçınmışlardı.
TEKEL işçisi de öyle yapmıştı. TEKELin özelleştirilmesi sürecinde, tek tek işletmeleri kapatıldığında, ana kitlesinin ses vermediği, katılmadan izlediği sınırlı eylemlerle yetinmişti. Öncü unsurları tepki vermiş ya da yasak savma eylemleri görülmüştü. Bu arada tek tek işletmeleri kapanmış, TEKEL işçisinin.
İşletmeleri kapatılırken ciddiye alınır birleşik tepkisi oluşmayan TEKELci, şimdi, tüm yaptırım gücü ve dayanakları elinden gittikten sonra, üretim sürecinin tümüyle dışına sürüldüğünde, artık TEKEL deposu bile kalmadığında isyana başlamıştı. Artık kafa karışıklığına yer kalmamıştı çünkü. Limon gibi sıkılıp bir kenara atılıyorlardı. O eski haklar bir yana, 4-c denilen belaya mahkum edilmişler, ücretlerinin ancak yarısını alabileceklerdi.
Eskiden Özalcıydılar. En özelleştirmeci olanı desteklemişlerdi. MHPli olanları vardı. Sonra kitlesel olarak AKPli olmuşlardı. Yine gelmiş-geçmiş en özelleştirmeciye yönelmişlerdi. Bu iki partinin de bir özelliği vardı. Değiştireceğiz demiş, görüntüyü iyi vermiş, ama tam tersinden değiştirmişlerdi. İşçi elinden hakları giderken bile, iyi sanmıştı hak gaspçılarını.
Şimdi özelleştirme sürecinin sonundayız. Artık özelleştirmenin iyiliği propagandası yapılmıyor. Gerek kalmadı. Zaten yapılsa da tutmaz. Sonuçları yaşandı, geriye enkaz kaldı. Ve enkazın altından TEKELci ses veriyor şimdi.
Ses, sadece özelleştirme karşıtlığıyla sınırlı olarak değil, ama başta işsizlik belası, genel bir hak yoksunluğu dayatmasına karşı yükseltilmiş ses olarak, kitlesel hak yoksunluğuyla karşı karşıya bırakılmış, milyonlarcası işten atılmış, milyonlarcası işten atılma tehdidiyle terbiye edilen işçiler tarafından benimsenip çoğaltıldığında anlam kazanacak. Ya örneğin işletmesini, yani yaptırım gücünü henüz kaybetmemiş şeker işçisi, TEKELcide kendisini, yakın geleceğini görecek, Bana sıra gelmedi demeyecek, ses vermeyi üstlenecek, mücadele çağrısı çıkaracak ve TEKELcinin görevini devralacak; ya aynı kadere boyun eğmiş olacak! Hâlâ bazı haklarını elde tutan TELEKOM işçisi örneğin, ya görevi TEKELciden devralacak ve kendisi tepki vererek, hak gaspçılığına karşı tepkiyi örgütleyecek; ya yarın TEKELcinin durumuna getirilmeyi kabullenecek İşten atılma topunun ağzındaki milyonlarca işçi, üç kişinin yerine bir kişi çalıştırılmaya çoktan başlamış binlerce işletmenin işçileri, ya TEKELcinin verdiği sese sesle karşılık verecekler; ya TEKELcinin işletmesiz kalışını gelecek bilecek ve 4-cyi bile arayacaklar! Ve hiç hakka sahip olmadan vahşi bir sömürünün kıskacındaki, neoliberalizmin boyunduruk taktığı milyonlarca işçi, atılıp işsiz kalmış olanlarla birlikte ya bu sesle sesini birleştirecek, fırsatı değerlendirecek; ya haksız-hukuksuz köleliği işçilik bilecek!
Sesini sınıf kardeşinin sesine katma işini, tabii ki sınıf partisinden başka örgütleyecek yoktur.
MUSTAFA YALÇINER