13 Ocak 2010 00:00

KOBİ’lerden al haberi

Aylar süren çalışmalar sonucu aralık başında yürürlüğe giren Kredi Garanti Fonu’na bir ayda 300 firma başvurdu.

Paylaş

Aylar süren çalışmalar sonucu aralık başında yürürlüğe giren Kredi Garanti Fonu’na bir ayda 300 firma başvurdu. Kredi Garanti Fonu’na gelen 300 başvurudan 2’si reddedilirken, 150 başvuru da ‘eksik evrak’ nedeniyle geri gönderildi. Fon’dan teminatı sadece İstanbul’dan bir mobilyacı almayı başardı. Sadece bir firmanın garanti alabilmesinin nedeni şöyle özetleniyor: Ağır bürokrasi ve KOBİ’lerin ‘temiz kağıdı’ almakta zorlanması...
Firmalar ‘vergi borcu yoktur’ yazısı alamıyor. Kimisi vergi borcunu yapılandırsa da, borçsuz olan yok gibi... Fon’dan yararlanamamak Küçük ve Ortaboy İşletmeleri (KOBİ) oldukça zor durumda bırakıyor. Çünkü bankaların kredi vermemesinden yakınan kesim KOBİ’ler. Onların talebi yatırım veya üretim amaçlı kredi değil, krizin olumsuz etkisinden kurtulma arayışında destek kredisi. Bankalar ise KOBİ‘lerde icralık olan kredi oranının yükselmesi nedeniyle sadece destek amacıyla kredi talebi olan KOBİ’lere kredi vermiyor. ‘Umutlar’ Fon’da...
KOBİ’lerin şuan ki durumu, ekonominin içinde bulunduğu durumu özetliyor aslında... Bankalar Birliği’nin verilerine göre kredi borcunu ödeyemeyen KOBİ sayısı 196 bin... En çok etkilenenler, küçüğün de küçüğü sayılan küçük işletmeler. En çok batağın da bu kesime ait olduğunu Bankalar Birliği Genel Sekreteri Ekrem Keskin daha önce açıklamıştı.
Sadece şirketler için değil vatandaşlar açısından da durum aynı. Merkez Bankası raporuna göre hane halkının finansal varlıkları artmış. Yani bazı ailelerin bankalardaki TL ve döviz mevduatları, bonoları, hisse senetleri ve diğer finansal varlıkları krize rağmen şişmiş. Hem de yüzde 10.7 oranında... Öte yandan hane halklarının borçları da aynı oranda büyümüş. Yani birileri kazanırken birileri kaybetmiş. Ülkenin milli geliri gerilerken finansal varlığı artanlar belli. Bunlar faizden ve borsadan beslenmeyen yoksullar değil tabi ki...
Tüketim gerilerken, kredi kartı ve diğer tüketici kredileri borçları artmaktadır. Bunlar yoksullar, emekçilerdir. Dar gelirlilerdir. Bordro mahkumlarıdır...
BAŞBAKAN’IN DEVRİMİ
Borçlu olanların çoğunun emekçiler olduğunu, bankaların tutumundan yola çıkarak söylemek mümkün. Bankalar krizin başladığı günden bu yana bütün kredileri durdurdular. Arkasından işten çıkarmalara başladılar. Yeni kredi vermeye ancak 2009 başı itibariyle başlandı. Bankaların kredi vermekten hiç vazgeçmediği kesim ise sabit gelirliler oldu. Bu kesim şirketler gibi bin bir türlü dava ve hukuki dalavere ile kredi borçlarını ödememek şansına sahip değil. Borçlarını ertelemek için bankacılarla mücadele edemiyor.
Bu kesimdekilerin evine, arabasına, maaşına her an haciz koydurulabiliyor. Bankacılar bu durumu “Türkiye’de bireyler borçlarına çok sadık. Ne yapıp ediyor ödüyorlar” diye tanımlıyorlar.
Vergi ve prim yükü çalışanı, emekçileri adeta canından bezdiriyor. Gelir vergisi toplamayan hükümet dolaylı vergiye yüklenip duruyor. Adaletsiz bir vergi sistemi var. Geçenlerde Bakan Mehmet Şimşek de durumu özetliyordu: “Harcamalardan, banka ekstrelerinden beyanın çok üzerinde gelir elde edildiğini görüyoruz ama ‘nereden buldun?’ diye soramıyoruz. Buna uygun yasal düzenlememiz yok.”
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın “Devlete Çalışıyoruz” başlıklı çalışması gerçeği gözler önüne seriyor. 2007’de 1500 lira maaş alan bir çalışan her 100 liranın 51 lirasını vergi olarak öderken bu rakam 2010’da her 100 lira için 53.5 liraya yükseldi. Aynı dönem içinde asgari ücretle çalışanın cebine yansıyan fatura ise her 100 lira için 26 lira 11 kuruş yerine 32 lira 38 kuruş oldu. Farklı gelir gruplarını örnek aldığı hesaplamaya göre, kişisel vergi harcamalarında çalışanın her geçen yıl biraz daha vergi yükü altında boğulduğu gözlendi. Üstelik son yapılan zamlarla birlikte oran daha da yükseliyor.
“Adaletsiz gelir dağılımı gibi vergide de adaletsiz tutum sergileniyor. Vergi yükünü bir avuç çalışana yıkmak adil değildir. Son 6 yılda stopaj yoluyla çalışanlardan kesilen gelir vergisi tutarı 90 milyar lirayı buldu. Devlet yakaladığını ve elinin altındakini ezmeye devam ediyor.
Hükümetin en çok övündüğü yönlerinden biri de sosyal adaletçi olması. Kömür dağıtmak, yeşil kartı yaygınlaştırmak, erzak yardımı yapmak... Benzeri uygulamaları ‘sosyal adalet’ iddiasının kanıtı olarak gösteren Başbakan, her daim emekçilerin gelirlerini artırdıklarını ileri sürüyor. Emeklilere son dönem yapılan zammı da devrim olarak niteledi. 60 liralık süper devrim.
Hükümetin emekliyi ve emekçiyi ezdirip ezdirmediğinin kanıtı resmi rakamlardır. AKP iktidara geldiğinden bu yana milli gelir yüzde 31 oranında büyümüş. (2010 sonunda bu yüzde 36 olacak) Yani toplum daha varlıklı hale gelmiş durumda. Ancak toplumun hangi kesimi? AKP’nin iddia ettiği gibi yoksullar mı? Emekliler ve memurlar örneği bunu göstermiyor. Yıl sonunda AKP’nin iktidara geldiği güne göre emekli ve memurlar yüzde 5 bile daha iyi durumda olmayacaklar. Özel sektördeki ücretlerde durum daha da vahim. AKP iktidarında emekçiler devrim filan görmedi. Sadece sömürülmesi arttı.
Vergideki, gelirdeki, krizden etkilenmedeki durumların tümü sosyal adaletten söz edilemeyeceğini açıkça gösteriyor.
HÜKÜMETİN ÇÖZÜMÜNE BAK
Hükümet kendi hazırladığı orta vadeli programda bile işsizliğin 2009’da yüzde 14.5, 2010 yılında yüzde 14 olacağını söylüyor. İş aramaktan vazgeçenleri yani artık iş bulamam diyen umutsuzları da istatistiklere dahil edersek işsizlik oranı yüzde 21’i buluyor. Son 23 ayın 22’sinde işsiz sayısı arttı. Sadece kasım ayında istihdamda 4 bin artış görüldü. 2009’un ilk 3 ayından yıl sonuna kadarki dönemde her ay işsiz sayısı ortalama 691 bin arttı. 2009 aralık ayında 24 yaş altı işgücünde ise işsizlik oranı yüzde 27.1’e tırmanıyor.
Türkiye’nin en büyük sosyal ve ekonomik sorunu olan işsizliğe çare bulmak için bulduğu yöntem ise sermayeye kaynak aktarmak... İşsizlik Sigortası Fonu’ndan işverene, patrona kaynak tahsis etmek. Başbakan 2010 yılında istihdam edilenlerin sigorta primlerinin devlet tarafından karşılanacağını duyurdu. Sermayeye kaynak aktarma anlayışı sürüyor. Oysa bu teşvik sisteminin istihdama katkı sunmadığı işsizlik rakamlardan açıkça belli.
2010 yılında Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) nitelikli eleman eğitimine 42.6 milyon TL ayırdı. Buna göre, patron ihtiyaç duyduğu elemanı söyleyecek, İŞKUR anlaştığı üniversite ile işbirliği halinde eğitip gönderecek. Şirketlerin kendi elemanlarını üniversitelere gönderip eğitimden yararlandırma hakkı bulunuyor. İşçinin parası ile ‘nitelikli’ eleman ihtiyacı giderilecek. Üniversitelere kaynak aktarılacak. Bu durum patronların yanı sıra pastadan pay almak isteyen üniversitelerin de iştahını kabartıyor. Kalıcı bir çözüm olmuş, olmamış, işsizlik çözülmüş, çözülmemiş kimsenin umru değil...
Türkiye ekonomisi finansal kriz yaşamamasına rağmen 2009 yılında yüzde 6 gibi şiddetli bir küçülme yaşadı. Ekonomi 2009 yılında yüzde 6 civarında küçülürken, işsizlik oranı da yüzde 10 küsurdan yüzde 14 küsura yükselerek yüzde 40 artmış oldu. Sorun sadece işsizlik de değil. Ücretler sefalet düzeyinde seyrediyor. İki yıldır zam yapmayan işyerinin haddi hesabı yok. Birileri ezildikçe eziliyor. KOBİ’lerin durumu sanayinin de, ekonominin de durumunu gösteriyor.
Bülent Falakaoğlu
ÖNCEKİ HABER

ENERJİ VERİMLİLİĞİ ARTIRILMALI

SONRAKİ HABER

‘Kelepçe değil özgürlük’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...