13 Ocak 2010 00:00

BAŞYAZI


2009 Şubat’ında, Davos toplantıları sırasında ortaya çıkan “One Minute” krizinin birinci yılına yaklaşırken, Başbakan Erdoğan, Davos’a gitmeyeceğini açıkladı. Ama 2010 Davos toplantıları arifesinde, Davos’ta başlayan diplomatik kriz, son iki gündür, neredeyse kaldığı yerden devam etmek üzere Tel Aviv ve Ankara’ya taşındı.
Başbakan Erdoğan’ın Ankara’da Lübnan Başbakanı Hariri ile yaptığı basın toplantısında İsrail’in son Gazze saldırısını gündeme getirip eleştirmesine, Kurtlar Vadisi dizisinde İsrail’e hakaret eden sahnelerle ilgili tepkiyi de ekleyen İsrail’den çok sert yanıt geldi.
İsrail’in, Başbakan Erdoğan’ın eleştirisine yanıtı; “Küstahça bir açıklama” dendikten sonra “Türklerin İsrail devletine vaaz verecek en son kişiler olduğu” biçiminde oldu. Bununla da yetinmeyen İsrail, Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisini, Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak, onu daha alçak bir koltuğa oturttu; sadece İsrail bayrağının olduğu bir odada ve bu aşağılamayı basın önünde de yaptı. Bu tutuma karşı Ankara’dan; “Herkes haddini bilmeli, büyük elçimize yapılan terbiyesizlik kabul edilemez” tepkisi geldi.
Böyle sertlikte ve kışkırtıcı açıklama ve tutumlarla, modern uluslararası diplomaside nadir olarak karşılaşılmaktadır. Hele, Türkiye-İsrail gibi aralarında sıcak ve ciddi anlaşmazlıklar olmayan ülkeler için bu yöntemlerle bir diplomasi kolayca anlaşılır olmamaktadır. Bu yüzden de dün ajanslar ve kimi yorumcular, bu sertlikte tartışmaları “İki ülke arasında kopuş” olarak değerlendirdi.
Ancak İsrail’in Ortadoğu’daki konumu ve bugüne kadar batı ve ABD tarafından şımarık çocuk muamelesi gördüğü ve Türkiye’nin de ABD ve batıya bağımlılığı göz önüne alındığında, haklı olarak, İsrail’e tepkisinin kopuşa kadar götürmeyeceği yorumlarını yapıyorlar.
Gelişmeleri İsrail açısından değerlendirenler ise, İsrail Evimiz Partisi’nin Lideri ve Dışişleri Bakanı Victor Lieberman’ın bu çıkışla, “Türkiye’den çok İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın pazar günü yapacağı Türkiye ziyaretini sabote etmek istediğine” bağlıyorlardı. Çünkü Aşırı Siyonist Lieberman’ın Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif bir ülke olmasını istemediği, Savunma Bakanı Barak ve Başbakan Netenyahu’nun ise Türkiye-İsrail ilişkilerini ilerletmekten yana olduğu yorumları yapılıyor. Özellikle pazar günü Barak Türkiye’ye gelirse bu tez güç kazanacaktır.
Elbette bu değerlendirmelerin gerçek payı vardır. Hatta Türkiye’nin Başbakanı ve AKP çoğunluğunun Siyonizmden öte İsrail düşmanlığını her şeyin önüne koyan bir kültürden gelmesinin de bu ilişkilerde etkisi olabilir. En azından bu etkilerden söz edilebilir. Ama İsrail-Türkiye ilişkilerinin bugünü ve geleceğini belirleyen ise şunlardır:
1-) Türkiye’nin “Bölgesel lider güç” olma rolünün inandırıcı olması için İsrail’in bölgede hot zot yapan ülke olmaktan çıkarılmasının gerektiği düşünen Başbakan Erdoğan ve hükümeti, İsrail’i ikide bir azarlamaktadır ve bunu sürdüreceklerdir. Filistin ve Arap dünyasının savunuculuğuna soyunmanın en kestirme yol olduğunu Erdoğan görmüştür.
2-) İsrail açısından da, Lieberman gibiler zaman zaman etkin olsa da İsrail’in de bölgede Türkiye’den başka dost olabileceği bir ülke yoktur. Özellikle iki ülkenin orduları arasında hükümetleri de aşan bir yakınlık vardır.
3-) İki ülke arasındaki ilişkilerden daha güçlü bir biçimde ABD’nin bölge stratejisiyle de bir birine bağlıdırlar ve gerilimlerin ABD’nin çizdiği sınırları aşması zordur. Bu yüzden de zaman zaman böyle gerilse de; İsrail-Türkiye ilişkilerinin orta vadede süreceğini, örneğin Türkiye’nin egemenleri açısından, İran-Türkiye ilişkilerine göre daha çok gelecek vaat ettiği görülmektedir.
Bu gerçekler ışığında bakıldığında, bir süre daha Erdoğan ve hükümetinin İsrail aleyhine ucuz kahramanlık nutuklarını izleyeceğiz. Hükümet daha soğukkanlı davransa bile AKP propagandasının bu durumdan azami fayda sağlamak için gürültüyü artıracağını varsayabiliriz.
Biz ise kaldırılacak toz duman içinde gerçekleri açıklamayı sürdüreceğiz.
İHSAN ÇARALAN

Evrensel'i Takip Et