13 Aralık 2009 00:00

lanetlenmiş VAMPİRLER

Önce Hakkı Devrim’den duydum, şu “Alacakaranlık” serisi vampir filmlerini çoğunlukla genç kızların izlediğini diye…

Paylaş
Önce Hakkı Devrim’den duydum, şu “Alacakaranlık” serisi vampir filmlerini çoğunlukla genç kızların izlediğini diye… Gazeteci refleksiyle DVD’cime de doğrulattım. Aynı esnada dükkanda bulunan 5-6 kişilik genç kız grubunun da bu filmi sorması tuz biber ekti. Bu filmler yerine “2012”yi alıp izlemek ve vampir meselesinin aslını yazmak, geçmişin önemli vampir filmlerinden söz etmek farz oldu.Efendim, vampir fikrini yaygınlaştıranın Bram Stoker’ın 1897 tarihli “Dracula” romanı olduğu düşünülür. Kısmen doğrudur da. Kutsal kitapları saymazsak tabi... Adem ile Havva hikayesinde kaynağını bulan vampirler, Ortaçağ boyunca da yaygın bir korku unsuruydu. Museviler’in Kain dediği, “Kabil” Kur’an’da “ilk katil” olarak anlatılır. Ve lanetlenir. Bu lanet içinde “kan içmek” ve “gün ışığına çıkamamak” var. Tıpkı vampirler gibi... Hikayenin Tevrat’taki anlatılış biçiminde cinayetin nedeni de ayrıntılı anlatılıyor. Tanrının en sevdiklerini hediye etmelerini istediği, çoban olan Habil’in koyun hediye ettiği, çiftçi olan Kabil’in ise mevye hediye ettiği, Tanrı bu hediyeyi beğenmeyince, öfkelenerek “En sevdiği şey” olan kardeşini öldürdüğü de anlatılıyor. Ayrıca, hikayenin ucu Adem’in Havva’dan önceki karısı olan ve “Adem ile eşit oldunu savunduğu” için cezalandırılan Lilith’e de uzanıyor. Hatta, bazı efsanelerde Kabil’in Adem’in Lilith’ten olma ilk çocuğu olduğu ve bu yüzden anası gibi isyankar olduğu dahi söyleniyor.Uzatmayalım ama, yaptıklarından pişman olmayan Kabil Tanrı’nın gönderdiği İsrafil, Mikail ve Azrail’i de sırasıyla reddetmiş. Tabi, sırasıyla bu melekler tarafından lanetlenmiş. Diğerleri bir tarafa, Azrail’in laneti şöyle: “Sen ve senin çocukların, bu diyarda gezdiği sürece karanlığa tutunacaklar. Sadece kan içecekler. Sadece kül yiyecekler. Bir ölü gibi yaşayacaklar, fakat ölmeyecekler. Son günlere kadar dokunduğunuz her şey yok olacak! “ Bundan sonrası ise şöyle : “ Kabil acı bir çığlık attı, gözlerinden kan geliyordu. Kanı bir kabın içine doldurdu ve içti “.Bu anlatılardaki pek çok ayrıntı, Cebrail’in verdiği son şans “ Golconda “ gibi, daha sonraki vampir edebiyatının da temeli oldu. Sadece kutsal kitaplarda değil, Sümerler efsanelerinde de hem bu olaylara, hem de vampirlere rastlanır. Sadece Sümerler mi? Vampir efsaneleri yüzyıllar boyunca Mısır, Eski Yunan ve Roma’da; Ortadoğu’da, Arabistan’da, Latin Amerika’da, Çin’de, Hindistan’da, kısaca dünyanın dört bir yanında anlatıldı. Eski Türklerde bile vampir söylenceleri olduğunu ekleyip, ilk vampir filmine geçelim. Tarihi oldukça eski. Alman yönetmen Murnau tarafından 1922’de çekilen Nosferatu, “ Drakula “nın hikayesini beyazperdeye taşıdı. Sessiz olan bu film, kendinden sonraki vampir filmlerine de esin kaynağı oldu. O dönemlerde vampirler çirkin, itici yaratıklardı. Yakışıklı çocuklar, seksi genç kızların vampir olması postmodern dönemlere kısmet oldu. Ortaçağ’ın korkutucu vampirleri, bu dönemin “korkuyla karışık sempati” beslenen ikonlarına dönüşüverdi. Tom Cruise, Brad Pitt ve Antonio Banderas sırayla vampir oluverdiler. Karavanla Amerika’yı dolaşan vampir çetesi “Near Dark” ise western öğelerle vampir efsanelerini kaynaştırıyordu.1931 tarihli Dracula ise gerçek bir efsane oldu. Bu film, art arda gelen vampir, Frankenstein, Kurt Adam filmleri ile doğan korku sinemasının da işareti oldu.1990’lar sonrasında artık bambaşka vampir filmleri girdi devreye. “Bıçağın İki Yüzü” (Blade), bir vampir avcısının hikayesini anlatan üç filmlik bir seri olarak çekildi.“Alacakaranlık” serisi öncesi vampir filmlerini görülmemiş popülerliğe ulaştıran ise “Karanlıklar Ülkesi” serisi oldu. Vampirler ile Lycan’ların dünyasında geçen bu fantastik film, bir “imkansız aşk” hikayesiyle de süslendi. İlk filmin sağladığı 60 milyon dolarlık gişe gelirinin ardından, 2006’da ikincisi geldi; bu yıl ise üçüncüsü vizyona girdi.Serinin üçüncü filmi “Karanlıklar Ülkesi: Lycanların Yükselişi”nde hikayenin en başına dönülerek, Lycanlar ile vampirler arasındaki kavganın doğuşu anlatılıyor. Bu serinin aksiyonu bol, hikayesi sürükleyici olduğunu söylemek lazım. Ama nihayetinde “vampir” filmi ve tüm vampir filmleri gibi biraz meraklısına... Siz biraz daha bizden bir “vampir” filmi izlemeyi tercih edenlerdenseniz 1953 tarihli “Drakula İstanbul’da”yı tavsiye ederim. Senaryosu, Bram Stocker’ın ünlü romanından uyarlanarak Ali Rıza Seyfi tarafından “Kazıklı Voyvoda” olarak Türk romanına kazandırılmış, ardından filmin senaryosu haline gelmiş. Ne kadar değişmiştir, varın siz hesap edin. Yine de, hakkını yemeyelim, düşük bütçeyle 1953 yılında çekilmiş bir vampir filmi olarak başarılı sayılır. İyi seyirler. Tabii, bulabilirseniz.
Mustafa Kara
ÖNCEKİ HABER

Bu yöneticilerle lig biter mi?

SONRAKİ HABER

Açık mektup Michael Moore’a açık mektup

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...