13 Aralık 2009 00:00

Odisseus Tanrıçayla konuşurken

“Kral Odisseus, Troya savaşı sonrası ülkesine dönerken, Tanrı Poseydon onun bütün gemilerini batırdı ve kendisini de azgın rüzgarlarla savaş nedir bilmeyen Fayakların adasına çırılçıplak savurdu... “

Paylaş
“Kral Odisseus, Troya savaşı sonrası ülkesine dönerken, Tanrı Poseydon onun bütün gemilerini batırdı ve kendisini de azgın rüzgarlarla savaş nedir bilmeyen Fayakların adasına çırılçıplak savurdu... “İyi yürekli Fayaklar; günlerce ağırladıkları savaş yorgunu Odisseus’a, barış ve sevginin simgesi bir sürü armağan sundular ve onu özel olarak donattıkları bir barış gemisiyle, yirmi yıldır ayrı kaldığı ülkesine yolcu ettiler. Dile gelmez savaş yorgunluğu ve nefretiyle yüklü Odisseus, o güzelim gemide uyuyakaldı. Geminin tayfaları da onu hiç uyarmadan ülkesine ulaştırdılar ve armağanlarıyla birlikte, gene hiç uyandırmadan usulca onu sahile bıraktılar.Ne var ki savaş denen o iğrenç afetin tanrıçalığını bırakıp akıl ve sanatlar tanrıçalığına doğru evrilen çakır gözlü Tanrıça Atena da, doğruca Odisseus’un yanına geldi. Çünkü bu çok sevdiği adamı, Akdeniz coğrafyasında barışçı bir misyonla görevlendirmek istiyordu... Kumlar üstünde uyuyan Odisseus bir süre sonra uyanınca hemen ayağa kalktı. Çevresine bakındı; ne limanı, ne kayalıkları, hiçbir şeyi tanıyamadı... Sonra armağanlar yığınını gördü az ötesindeki... Masum kanları dökerek Troya’dan yağmaladığı ganimetler değildi bunlar... Kendisini buraya getiren barışsever Fayaklar halkının armağanlarıydı. “Şimdi bu barış armağanlarını nasıl koruyacağım ben?” diye yeni bir hüzün sarmalına daha dolanır gibi oldu.... İşte o anda, gencecik çoban kılığına bürünmüş, sürüsünü otlatan Tanrıça Atena çıkıverdi karşısına... Haliyle Odisseus bir çocuk gibi sevindi... Hemen yanına gidip derdini anlatmaya başladı. “Söyler misin arkadaş, burası neresidir?. Burada kimler oturur? N’olur beni kötü niyetli biri olarak görme...” Genç çoban, ülkeyi kısaca tanıttıktan sonra, buranın kralının Odisseus olduğunu; ne var ki yirmi yıl falan önce katıldığı Troya savaşından henüz dönemediğini söyledi. “Buranın toprağı çok verimlidir; buğdayı, şarabı boldur,” diye sürdürdü konuşmasını. “Burada çok orman vardır. Her tarafından pınarlar kaynar... Ama kral Odisseus; Başkral Agmemnon’un zorlamasıyla Troya’ya yağma savaşına gittiğinden beri, halkın durumu çok kötüleşti... Sözde namus temizleme savaşıydı bu...” Çoban burada biraz susunca hemen Odisseus kaptı sözü. Baba toprağına kavuşmuş olmanı o anlatılmaz coşkusuyla uzun uzun kendinden söz etti... Ama anlattıklarının kendisiyle hiçbir ilişkisi yoktu!... Zaten o rast gele konuşurken, genç bir çoban kılığındaki gök gözlü Tanrıça Atena, hemen genç bir kız kılığına bürünüverdi ve gülümseyerek baktı Odisseus’a. Sonra da bütün sevecenliğiyle ellerini okşadı uzun uzun... Elleri mızraklı, kalkanlı savaşçı tanrıça olarak bilinen Atena değildi o. Örgü ören, kumaş dokuyan bütün emekçi kadınların kızların ve de sanatçıların barış tanrıçasıydı o artık... Bütün sevecenliğiyle; “Senin düzenlerini, kafandan geçenleri anlayabilmek, seni aşabilmek için karşındaki tanrının bile çok kurnaz ve düzenbaz olması gerek!” diye yeniden konuşmaya başladı. “Sen ne hınzır, ne cin fikirlisindir, ben bilirim. Hiçbir ölümlü seninle bu konuda başa çıkamaz!... Tanrıların kurnazlıklarına, buyruklarına kulak asmazsın. Aklını kullanıp sana en uygun olan yolu seçersin. Başına geleceklerden de ürkmezsin; gene aklını kullanıp zorlukları yenmesini bilirsin... Ben de aklım ve kurduğum düzenlerle tanınırım Olimposlu tanrılar arasında. Ölümlü kadınların da erkeklerin önünde dik durmaları, pek çok yönden çok yetenekli olduklarını göstermeleri için onlara dikiş dikmesini, örgü örmesini, çeşitli el sanatlarını hep ben öğretirim onlara.... Emeklerinin karşılığını almaları için onları ben örgütlerim. Nasıl oldu da beni tanıyamadın Odisseus?.... Ben Pallas Atena’yım. Babam Baştanrı Zeus doğurdu beni kafasından. O yüzden onun aklını taşırım ben beynimde... Ölümlüler arasında en çok sevdiğim sen olduğun için de seni hep esirgedim, korudum... Tanrıların işlerine karıştığın için onların öfkelerinden hep uzak tuttum seni...” Burada tanrıça biraz duraklayıp soluklanınca; “Ama seni tanıyabilmek çok zor tanrıçam Atena; gerçekten çok zor!” diye sevinçle konuşmaya başladı Odisseus. Çünkü aradığı yoldaşını, sevgilisini, bütün geçmişini geleceğini yeniden bulmuştu artık. O yüzden tanrıçayla rahat konuşuyordu, ona takılıyordu da... “Kendini her kılığa sokuyorsun, tanrıçam! Gerçekten Troya’da beni birkaç kez korudun. Biz Troya’yı aldıktan sonra da sen bizim orduları darmaduman etmiştin! Ama ben de Troya’dan ayrılıp biran önce karıma, bebekken bıraktığım oğluma, ama özellikle o savaş laneti yüzünden ayrı kaldığım sevgili halkıma kavuşmak istiyordum. O yüzden tek başıma göze aldığım o deniz yolculuğumda hep seni düşündüm, hep seni özledim; en zor anlarımda yanımda olmanı istedim... Neler çektim o denizlerde neler...”Burada Tanrıça Atena Odisseus’un sözünü kesip; “Bak, inatçı Odisseus” dedi. “Sana bundan sonra seni bekleyen sorunlar için sana anlatacaklarım var...”Az ötelerindeki zeytin ağacına doğru gittiler ve birlikte ağacın gölgesine oturdular...
Yaşar Atan
ÖNCEKİ HABER

Yaşamın çağlalarını yitirmek umudu, direnci yitirmeye denk

SONRAKİ HABER

Türkiye ve Biyoçeşitlilik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...