03 Ocak 2010 00:00

Yılın filmi

“Film gibi bir yıl” derler ya, geçen yıl film olsa, ne filmine benzetilir acaba? Komedi, dram, aksiyon, korku, ya da başka bir şey?

Paylaş
“Film gibi bir yıl” derler ya, geçen yıl film olsa, ne filmine benzetilir acaba? Komedi, dram, aksiyon, korku, ya da başka bir şey? Geçen yılın filmini şu anda tahmin etmek çok zor, finali görmek lazım.Ama filmlerin geçen yılı maşallah pek kalabalık geçti. 70 küsur tane yerli film vizyona girdi, bu bilmem kaç yıldır ulaşılmayan bir rakam demek. Asıl patlama yılı 2008’di ya aslında, o yıl 48 tane yerli film vizyona girmişti. O zaman dikkat çeken kısmı, izleyici sayısının 22 buçuk milyonun üstünde olmasıydı. Bu da, toplam film izleyicisi sayısının yarısından fazla olduğu için, yerli filmleri sadece sayılarının çokluğuyla anmamıştık. Dahası vardı, seyirci de yerli filmlere ilgi göstermişti.2009’da ne oldu? Film sayısı arttı, seyirci sayısı düştü. 20 milyon civarı, film başına vurduğunuz zaman, geçen yıldan epeyce daha az. Bu kadar matematik yeter. Tamam da, Türkiye sineması nesli tükenen bir hayvan olmadığı için, film sayısı sayacı her tık attığında sevinecek halimiz yok. Ben de Türkiye Sinemasını Koruma ve Yaşatma Derneği yönetim kurulunda olmadığına göre, film çoksa iyidir, seyirci çoksa daha iyidir gibi çokluk avcılığı yapmayacağım. Öyleyse biraz yorum yapalım. Onca film içinde, insanın ilk dikkatini çeken şey, çoğunun genç yönetmenlerin ilk filmleri olması. Yeni bir sinemacı kuşağını karşılama yılı oldu yani 2009. Önceki birkaç yılda da, bir şeyler yapmaya çalışan yeni yeni birçok yönetmenle tanışıyorduk. Bu, herhalde şu yeni girdiğimiz yıl itibariyle daha fazla rayına oturmaya başlayacak, biz giderek kuşaklardan, eğilimlerden, sinemanın geleceğinden daha net olarak konuşabileceğiz.Bu yeni filmler, yeni yönetmenler arasında ne dikkat çekiyor derseniz, birkaç şeyden söz edilebilir. Örneğin ticari niyetlerle yapılan filmler, genelde bayağı başarısız oldu. Kötü örneklerin ismini vermeyeyim şimdi ama bunların çoğu komedi niyetiyle yapılmış güldürmeyen filmlerdi. Korku filmi niyetiyle yapılmış olup güldüreni de vardı, hesap edin işte. Bir tek Recep İvedik’in devam filmi, eski esprilerinin ekmeğini yedi.Yılın en tartışma çıkaran filmi de Nefes: Vatan Sağolsun oldu. Güzel şeyler olacak sandığımız günlerde, güzel şeyler söylüyor gibi yapan bir asker filmiydi. En başarılı kısmı da, hayır görüntüleri değil, pazarlamasıydı tabii ki. Sessiz, derinden ve postallı.Neyse, iyi ki İki Dil Bir Bavul vardı da nefes aldık. Çok ciddiyim. Çünkü sadece, politik anlamı itibariyle kıymetli bir film değildi. Öyle olması bile yeterdi ya. Onun yanında, belgesel tekniğini öyle güzel, öyle yerinde kullanmıştı ki, gerçeğin sinema perdesindeki macerasının geleceği açısından da çok önemli filmdi İki Dil Bir Bavul. Bu memlekette Kürtler var, Kürtçe diye bir dil konuşuyorlar ve ister yumuşak yumuşak asimile etmekten yana olun, ister yasaklamaktan başka bir şeyden anlamayın, bunu kabul etmeyen boşa nefes alıyordur, daha güzel denemezdi. Bizde vaziyet böyleyken Hollywood ne yapıyordu? Avatar. Baby TV’nin üç boyutlusu. Benim 2009’un filminden gördüğüm özetle budur.
Nefes kokusuna karşıSiz de alıyor musunuz? Bir asker filmi yaptılar, efektinden, askerlik anılarından, memleket gerçeklerinden kokular yayılmaya başladı. Belli ki, bir kere laf söylemekle dinmeyecek. Tek tek, nefes nefes bir incelemek gerek… Madem onlar Nefes’ten dizi çıkaracaklarmış, burada da bir dizi çıkmaz mı?* “Nefes sonuçta savaş meselesiyle ilgili net bir şey söylemiyor. O yüzden, herkes kendi durduğu yere göre bir sonuç çıkarıyor.”Nefes konusu kapanır sanıyorum, her seferinde beni şaşırtıyor. Ne gürültücü filmmiş. Bunu söyleyen arkadaşların biraz hakkı var şimdi. Evet, Nefes en azından bağıra bağıra bir şey söylemiyor. Ama Nefes’in onlardan farkı, en fazla asker filmi meraklıları kahvesindeki muhabbetin konusu olsun. Altını sürekli çize çize, savaş propagandası yapmıyor diye bir filmin mesajının içeriği değişmez ki. Neyse o. Bu örnekte de, elimizde her koşulda kahraman askerler teması üstüne kurulu, düşmanı aşağılayan, savaşın çıkma nedenlerini de anlamayan, anlamak istemeyen, tartışmayan bir film olduğuna göre, bildiğiniz askeri mesajın kapı gibi orda durduğunu göremeyenler, kendi dertlerine yansın.Herkesin kendi durduğu yere göre sonuç çıkarması meselesine gelince. Diyelim ki, Nefes, kendi başına hiçbir mesaj vermeyen, hiçbir sonuca varmayan, dünyanın en ortada hikayesini anlatsın. Farzı mahal, kabul ettik. O zaman da “herkesin kendi durduğu yer” diye postmodern bir değerlendirme yapmak, bundan önceki yüzyılın sonlarında modaydı, hâlâ alıcısı kaldığını bilmiyordum. Bir memlekette egemenler varsa kardeşim, bir konuda ezberlenmiş bir laf varsa, sen o konuya herkesi çağırıyorsan ama yeni bir laf etmiyorsan, o egemenlerin lafının daha fazla tekrarlanmasına yararsın. Sen “var”da ısrar etmediğin sürece, “JİTEM diye bir şey yok” diyenlerin söylediği duyulur. “Ben o sırada kalemimi yere düşürmüştüm, onun için var da yok da demedim” diye savunma olmaz. “Herkesin durduğu yer” teziyle, asker sever bir iki yazarın filmi beğenmemesini açıklamaya çalışırken, askerin kendisinin filme bayılmasını açıklayamazsın.
Çağdaş Günerbüyük
ÖNCEKİ HABER

Seattle’daiSYAN

SONRAKİ HABER

MOĞOLLAR: Hâlâ içimiz kaynıyor, sevgimiz fokurduyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...